31 Ekim 2016 Pazartesi

Kitap Önerisi: Yüzyüz - Pezzettino

Yüzyüz

Bu kitabı ilk okuduğumuzda yüzümde bir gülümseme, aklımdan ne güzel bir kitapmış diye geçirirken Doruk sessizliği bozdu ve "Çok güzelmiş" dedi. İkimizi de çok etkiledi ve en sevdiklerimizden oluverdi.

Yüzyüz kırmızı minik balıklar sürüsünde kara bir balık. Sürüsünden tek farkı rengi değil tabi. Koşul ne olursa olsun hayattan kopmamayı, yaşamaktan vazgeçmemeyi ve liderlik etmeyi anlatıyor kitap.

Çizimler çok keyifli. Az cümleyle çok şey anlatıyor. Kesinlikle tavsiye ediyorum

Pezzettino

Bir yerlere bir şeylere ait olma, aidiyet hissi var ya... Hani o hepimizin en çok ihtiyacı olan. Pezzettino bu duyguyu anlatıyor işte. 

Küçük bir parçacık olan Pezzettino kendinden büyük olan ve bir şeylerle meşgul olan diğerlerinden birinin parçacığı olduğunu düşünüyor. Nereye ait olduğunu bulmaya çalışıyor. Ta ki parçalarına ayrılana kadar. Hayat da öyle değil mi? Parçalarımıza ayrılmadan 'Ben kendimim' diyemiyoruz.

Bu iki kitabı alıp önce biz yetişkinler okumalıyız. Öğreneceğimiz çok şey var bence.

28 Ekim 2016 Cuma

40 Kere Söylemenin Gücü

Yanlış olduğunu düşündüğün, inanmadığın bir şeyi birkaç kez duyarsan farkında bile olmadan gerçek olduğuna inanmaya başlıyorsun. Bilimsel araştırmalar söylüyor, ben değil. Bugün güzel bir şey yapın ve birisine ne kadar güzel olduğunu söyleyin ve hatta bunu her gün tekrarlayın. Sizden defalarca duyması hayatını değiştirecek, emin olun.

Çocuğunuzun cesur olmaya mı ihtiyacı var? En ufak bir şeyde, her fırsatta çok cesur olduğunu vurgulayın. Güçlü olmaya mı ihtiyacı var? "Çok güçlüsün", "Bunu yapacak gücün içinde bir yerde olduğunu biliyorum", "Seni tanıyorum, beni yapamayacağına inandıramazsın" gibi şeyler söyleyin. Ne bileyim eksik olduğunu düşündüğünüz şeyle ilgili olumlu vurgular yapın sürekli. Karakter özelliklerine dikkat etmek gerekiyor ama. Değiştiremeyeceğimiz şeyleri zorlayıp durumu daha da kötüleştirmeye gerek yok.

Atalarımız da aynı şeyi söylemiyor mu? Bir şeyi kırk kere söylerseniz olur. Hadi söyleyin.

27 Ekim 2016 Perşembe

Gece Gece

Bende yanlış başlayan, yanlış giden çok şey var. Her insanda ya da çoğu insanda olduğu gibi. Sürekli düşünüyorum. Oğlumda nasıl olmayacak. Anne karnındayken yaşadıklarımızı bile geçiyorum, atalarımızın anılarına kadar kayıtlı ruhumuzda. Saf bir şekilde kendi gibi olabilen tek bir insanoğlu yok koca dünyada. Koca dediğim de minicik ben için koca.

Bazen her şey annede bitiyor gibi geliyor. Bütün kayıtları silmek, yeniden yazmak, güzel ya da kötü yazmak. Bunun sorumluluğunda eziliyorum. Bazen fazla kaderci oluyorum. Beynimin içinde hiç görmediğim, hiç tanımayacağım yabancıların fikirleriyle doluyum. Ben kendim olamıyorken oğluma nasıl bu şansı vereceğim?

Yanlış yapıyorsun Esin diye baskı yapıyorum kendime sık sık. Daha çok yanlış yapıyorum o zaman. Hem de tam yanlış olduğunu düşünürken.

Fazla sorgulamaya başladım kendimi, hayatı, insanı. Bu bir farkındalık yaratıyor. Bu farkındalık bilinçli mutluluğu getirirken bilinçsiz mutsuzluğu da getiriyor. Anlayamadığım. Çözemediğim. Daha çok yolum var belki ya da yolumu aşıyorum, yapmamalıyım. Çözemeyeceklerim var çünkü, bana ait olmayan ama dibine kadar beni etkileyen. Ruh denilen neymiş onu çözdüm kendimce, çok sinir bozucu. Bana ait olmayan, farkında olmadığım ya da unuttuğum şeylermiş ruhum. Benim ruhum.

Günlerdir uyuyamıyorum. Düşünüyorum. Ama belli bir şeyi değil. Çok karışık kafam. Haftalardır başımda bir ağrı. Bu kadar düşünmek iyi değil. Biliyorum. Ama iyi gelmek istiyorum oğluma. Düzelmeye çalışıyorum bu yüzden. Nereden başlamalıyım, ne yapmalıyım bilmiyorum. Yaptıklarım doğru mu bilmiyorum. İyi anne olmak değil, iyi Doruk için yol gösterici, yol yapıcı olmak istiyorum. Bu baskı büyük hatalara neden oluyor bazen. "Ben"i bulmak istiyorum içimdeki. En doğrusu o biliyorum. 

Görünen "ben"in en temel maddesi kötü anılar sanırım. Hatırladığın, hatırlamadığın. İyi bir "ben" çıkması nasıl mümkün olabilir bilmiyorum. Kötü anıların olmaması mümkün mü? Bazı konularda neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edemiyoruz bile. Doruk'un kötü anısı olmasın diyorum mesela. Benim bütün anılarım daha doğmadan, mercimek bile olmadan kaydedilmiş beynine. Onu nasıl çözeceğiz? Var mı bir yolu?

Deli konular, deli sorular var kafamda. Yazmaya başlayınca melankoli geliyor bana. Bir kişilik bozukluğu çıkabilir bundan. Çünkü kalemi elime almadan önce aklımda olan tek şey yarın gözüme kestirdiğim, hiç tanımadığım birine günaydın diyeceğim, gülümseyeceğim ve yabancılarla sosyalleşmenin gücünü deneyeceğimdi (Kio Stark'ın TED konuşmasını dinledim yeni). Yazdıklarım ne alaka dimi? :)