12 Aralık 2018 Çarşamba

Emin miyim?

İnsan kendini eleştirirken objektif olamıyor. Olumlu ya da olumsuz taraflarını görmeyebiliyor. Özellikle de olumsuz taraflarını. Ya da görse bile kabullenemiyor. Ben anneliğime dokunurken dürüst olmak için elimden geleni yapıyorum. Yanlışlarımı görüp kabul etmeye çalışıyorum. Bunu ben yanlışlarımı her zaman görüp kabul ediyorum ve düzeltiyorum anlamında söylemedim. 'İnsan' olarak ya da sadece insan olduğum için her zaman yanlışlarım olacak, bazen hiç görmeyeceğim, bazen de kabullenemeyeceğim tabi ki. Demek istediğim elimden geldiğince iğneyi de çuvaldızı da kendime batırmaya çalışıyorum. Terzi oldum demeden kendi söküklerimi dikmeye çalışıyorum.

Kendime 'hata yapıyor olabilirsin' diyorum sık sık, özellikle de doğruluğumdan çok emin olduğum zamanlarda. Emin olmamaya çalışıyorum, çünkü hepimizin en büyük sıkıntısı bu bence. Kendinden emin olma hali. İnandıklarımızdan, savunduklarımızdan, yaptıklarımızdan vazgeçemiyoruz. Bize mantıklı gelen herkes için mantıklı olmak zorunda. İşte hayat öyle bir şey değil ama. Hele ilişkiler hiç öyle değil. Hele hele çocuklar! O yüzden kendimden emin değilim artık. Doğruluğundan yüzde yüz emin olduğum şeylerin yanlış olabileceğini biliyorum artık. Kendimi özellikle de emin olduğum konularda sorgulamaya zorluyorum. Çünkü aklın yolu bir değildir. Çoktur. Ve şu an emin olduğum tek gerçek bu.

İnandıklarınız, doğruluğuna imza atacaklarınız var ya.. İşte onlara ne zaman inandınız? Ya da gerçekten inandınız mı? Gerçekten emin misiniz? Sürekli soruyorum kendime. Ve çoğu zaman cevap bulamıyorum. Çoğu zaman beynimin uydurduğu hikayelerin içinde buluyorum kendimi. Bazen çocukluk yaralarımda. Bazen sadece inanmak istediğim gerçeğinde. Bir şeylere belki de hayata tutunabilmek için. Ama hayat böyle değil işte. Bağımsız düşünmek çok zor ama başarabildiğim o minicik anlarda fark ettim ki kime ait olduğundan emin olmadığım o inançlara sarılmakla hayata tutunmak çok farklı şeyler. Kendime, oğluma tutunmam gerekiyor daha çok. Hiçbir şeyden emin olmadan. Hata yapıyor muyum acaba korkusuyla. Tedirgin değil ama farkında olarak.

7 Kasım 2018 Çarşamba

Sahne Adı: Fadime

Her şey geçer derler ya hani. Çoğu şey için doğrudur belki ama bazı şeyler geçmez. Hafifleyebilir. Hatta hafifler. Ama geçmez.

Bu yazım geçip gidebilecek olanları serbest bırakmayı öğrenmemle ilgili. Nasıl öğrendim bilmiyorum aslında. Sanırım yaşadıkça öğreniyor insan. Aynı tecrübeden farklı şeyler de öğrenilebilir tabi ama ben bir yandan da anneliğim için kendimi iyileştirmeye çabaladığımdan öğrenilesi olanı öğrenmişim.

Geçen hafta ailecek kötü bir şey yaşadık. Dört ameliyat, işkenceden bozma kontroller.. Artık bitti demişken başka bir şey çıktı. Konu ne çıktığı değil. Şu an her şey yolunda çünkü.

Birkaç gün boyunca aklımda gidip gelenler özetle şöyleydi: 

Küçük oğlum 5 olmadan 5. anesteziyi olmalıydı çünkü. Yıl atlatmıyoruz. Bu sefer anesteziyi yalnız da bırakmadık. Arkadaş olarak ilaç ve radyasyonu da ekledik. Seneye mi? Hayırlısı. 

Artık kendimi bırakmak istiyorum. Güçlü olmaya çalışmadan çılgınlar gibi ağlamak, haykırmak. İçimi artısı eksisi olmadan doğrudan dökebilmek. Beş dakika olsun, yeter aslında. Sonra yine toparlanırım, yine oynarım. 

Hayat bu değil mi ki zaten? İçindeki ses başka konuşur, dışındaki başka. Yüzün güler, için kapkara. İçimdeki sesin adını değiştireceğim. Çok çelişiyoruz. Esin olamaz o. Yok yok. Aslında Esin o. Bana artık Fadime desinler. Sahne adı: Fadime.

Bir de ‘neden’ var tabi. Neden? O kadar ameliyat yetmedi mi? Bir sene bile neden nefes alamadık? Allah dermansız hastalık vermesin dediler. Bebeciğim neler yaşadı, iyileşti. Allah dermansızını verdi. Allah ölümcül hastalık vermesin diyorlar şimdi. Demesin kimse bir şey ya. Demesin. 

İşte bu duyguların, bu düşüncelerin geçip gitmesine izin verdim. Yoklamıyor değiller tabi. Ama umutlu olanlar vardı arada. Onlara tutundum sıkı sıkı. Bu geçer dedim. Benim gücüm yetmez belki ama Doruk’un gücü nelere yetti, nelere yetmiş haberimiz bile yokken, biz uyurken. Geçip gidecek olanı bırak dedim kendime. Ve bırakması, geçmesi eskiye göre çok daha kolay oldu benim için.


Her şey yolunda çünkü. Her şey hep yolunda zaten, iyi ya da kötü. Bunu kabul ettim. Yol da bir değil çok. Bunu kabul etmeden göremiyor insan. Farkında olmadan, zihnini duruma açmadan insan kesinlikle göremiyor.

Mutluluğun uçucu olduğunu bilerek doğuyoruz. Üzüntülerin de geçici olduğu gerçeğine ise gözlerimizi kapıyoruz. Ben gözlerimi açtım. Olumsuz bir tecrübe başladığı anda duygularımın önce hafifleyeceğini, sonra geçeceğini baştan hatırlatıyorum kendime. Daha kolay geçiyor böyle. Geçmeyecek olan şeyler de var. Yok diyorlar ama var, biliyorum. O geçmeyecek olanlar gelmesin kimsenin başına. Dostumun da, varsa düşmanımın da. Çoğu şey geldiği gibi gidiyor çünkü. Giderken yaralanmamak için yapmamız gerekense: Büyütmeden bırakabilmek.


15 Ekim 2018 Pazartesi

Minimalleşme Hareketimin Kitapla İmtihanı

Alışveriş tutkunu bir insan olmadım hiç. Evimin mobilyasını almaya bile gitmedim evlenirken, annemle Gökhan’ı gönderdim. Koskoca kadın oldum hala ara ara annemden isterim ihtiyacım olan kıyafetleri almasını.

Uzun bir süre önce evde minimalleşme hareketi başlattım. Minimum tüketim, çevre bilinci falan fıstık tabi ki umurumda ama bu sistemin içinde doğup büyümüş ve hali hazırda yaşayan biri olarak asıl amacım az tüketmekten ziyade eşyayı amacı doğrultusunda kullanabilmek. Fazla eşya sadece yer işgal etmiyor, zihin ve zaman da işgal ediyor.

Bir senedir hemen hiç alışveriş yapmıyorum kendime. Okuduğum kitaplardan uygulanabilir bulup uyguladığım birkaç şey var, çok işe yarayan. Asıl konum bu değil ama yeri gelmişken paylaşmak isterim.

  1. Bir eşya satın aldıysam bir eşyadan kurtuluyorum (atıyorum veya veriyorum). Bunu ciddi anlamda uygulamaya koymak çok işe yaradı. Şu an Doruk bile yeni bir oyuncak alıyorsa kullanmadığı birini eleyip ihtiyacı olan birine vermesi gerektiğini düşünüyor.
  2. Alışveriş günlüğü tutuyorum. Gıda, kitap gibi bazı şeyleri hariç tutarak da olsa. Yazdığın zaman satın aldığın şeyin ne kadar gereksiz olduğunu fark edebiliyorsun. Ya da alışverişi abartmaya başladığını.
  3. Her gün minicik de olsa bir eşyadan kurtulmaya çalışıyorum.
  4. Bir eşyayı bir sene kullanmadıysam ayrılması ne kadar zor gelirse gelsin derin bir nefes alıp ondan kurtuluyorum. Bazen sırf vermemek için senede bir defa kullandığım eşyalar da çıkmıyor değil :) Ama istifçi bir insan olmadığımdan atmakta (veya vermekte) çok da zorluk çekmiyorum.

Asıl konuma dönecek olursam alırken kendimi durduramadığım tek şey kitap. Kağıt fiyatları artacak tuvalet kağıdı stokla dediler, yanlış anladıysam demek :) Daha kargoda gelecek olanlar da var. Çok kitap da stres kaynağı aslında. En fazla 2-3 okunmamış kitap tutmak lazım hazırda aslında ama bu konuda biraz zorlanıyor olabilirim.


30 Ağustos 2018 Perşembe

An

Yeşil ışığın yanmasıyla taksinin korna çalması arasında geçen süreye ve hunharca, hiç acımadan en çok harcadığımız şeye ‘an’ denir.

Doruk, biz yarınla ilgili plan yapmaya çalışırken genelde ‘neyse, yarın bakarız ona’ diye tepki veriyor. Çocukken anı yaşamak en büyük görevimizken, anda kalmak bu kadar doğalken ne ara geçmişi dert etmekten, geleceği planlamaktan başka bir şey yapamaz hale geliyoruz. O ‘an’ nedir çok merak ediyorum.

Büyümek böyle bir şey midir? Değildir bence. Büyümek ölene dek devam etmesi gereken bir şeydir. Geçmişe takılıp kaldığımız ‘an’da, geleceği düşünmeye başladığımız ‘an’da büyümemiz durur. O ‘an’da kalırız. Ama şu anı kaçırırız artık. Yaşayamadığımız o kadar zaman varken nasıl büyümüş olabiliriz ki.
O yüzden herkesin çakılı kaldığı bir yaş olduğuna inanırım, sonrasını gerçekten yaşayamadığımız.

Bazı şeyler sadece zamanla ya da tecrübeyle açıklığa kavuşuyor. Hayat andan ibaret, hep bildiğim ama hiç anlamadığım bir şeymiş meğer. Çünkü büyümeyi ve yaşamayı bıraktığımız o an var ya, işte o an çok sinsi. Asla bilemiyorsun, göremiyorsun.

Yıllar yıllar sonra yeniden büyümeye başlamak (o ‘an’ı çok net hatırlıyorum ‘Aaa ayağa bak’ diye başladı, arkadaş dünyaya uçan tekmeyle çıktığından) nasıl bir şey biliyor musunuz?

Sabahın erken saatlerinde bahçede öten kuşlar olduğunu farkettim (komşularıma not: erken saatte kalkıp dinlemelisiniz). Her gün erken kalktığım halde, o anda olmadığım için yıllarca duymadığım kuşlar.

Denizin içinde olmanın, o uçsuz bucaklılığına bakarken dalgaları dinlemenin ruhumu nasıl iyileştirdiğini farkettim, denize ilk defa gidiyormuşum gibi.

Yolum hiç değişmediği halde yolumun üstündeki ağaçları daha önce hiç görmediğimi, duvar yazılarını hiç okumadığımı farkettim. Kerem Gizem’i seviyormuş mesela, bilmiyordum :)

Daha neler neler... 

İşte Doruk’la öğrendiğim, Doruk’tan öğrendiğim en önemli iki şey: Geçmişe takıldığımı farkettiğimde ‘Geçti, geçti. Yok bir şey.’, geleceğe açıldığımı farkettiğimde ‘Neyse, sonra bakarız ona.’ demek. Yapması çok da zor değil aslında, biraz pratik yapmak işe yarıyor. Mesela meditasyon gibi. Mesela çocuklarla oyun oynamak gibi (oyun oynarken başka bir zamana kayamıyorsunuz, kayarsanız da hemen geri getiriyor çocuklar). Sadece hatırlatıcı kurup belli aralıklarla bir iki dakikayı gerçekten farkında olarak yaşamayı denemek bile yeterli olabilir. Denemeye değmez mi, belki Gizem de Kerem’i seviyordur. Merak etmiyor musunuz?




8 Ağustos 2018 Çarşamba

Öfkemi Nasıl Yendim?





Hep öfkeli bir insan oldum. Dışardan bakınca sessiz, sakin görünürüm. Çünkü az konuşurum, sessiz konuşurum. Ama içi seni, dışı beni derler ya. Bana yakın insanlara sormanız lazım tersimin nasıl ters olduğunu. Karakter dediler, Karadeniz kızı dediler, babasının kızı dediler. Dediler de dediler. Hepimize yapıştırılmış etiketler yok mu? Ama bir yere kadar. Ben etiketlerimden kurtulmaya başladım. Ve öfkeden de kurtulmam gerekiyordu. Hep kurtulmaya çalışmıştım zaten ama kurtulmaya çalıştıkça yapışmıştı. Şimdi düşününce çok da zor değilmiş öfkeyi yenmek.

Peki nasıl yendim? Onu yenmeye çalışmayı bir kenara bırakarak. Bastırmaya çalıştığımız duygular eninde sonunda daha çok patlamıyor mu? Bastırmaktan vazgeçtim. Öfkemin farkına vardım. Nelere ve ne zaman daha çok öfkeleniyorumun hesabını tuttum. Bununla ilgili bilinç kazanınca öfkelenmeden önce hissetmeye başladım. Şimdi öfkeleneceğim, şu nedenle öfkelendim, öfkelendiğim için böyle hissettim cümlelerini kurmaya başladı iç sesim. Bir süre sonra öfkem azaldı. Sadece öfke farkındalığı ile öfkemi hiç ama hiç azımsanmayacak oranda azalttım.

Bu bilinci kazanırken hangi durumlarda öfkelendiğimin farkına vardım. Böylece o durumlardan mümkün olduğunca kaçınmaya başladım. Acele ettiğim zaman çok telaşlı ve aşırı gergin olduğumu gördüm mesela. Bazen gecikmeyi hedef aldım, bazen de daha erken başladım. Başka bir örnek, istediğim şey hemen olmadığında çocuk gibi -çocukluğumdaki gibi- öfkelendiğimi farkettim. Sadece farkına varmak bile bu durumdan beni epeyce kurtardı ama tamamen kurtulmak için çok istediğim şeyleri yapmayı özellikle kendim ertelemeye başladım. Sonra, dağınıklığın beni aşırı gerdiğini gördüm. En büyük dağınıklıktan yarım saatte kurtulabildiğimi gördüm ve feda edeceğim maksimum yarım saatle huzuru takas edebileceğime karar verdim. Böyle bir çok durum var farkettiğim ve kurtulduğum. Tamamen kurtulduğumu iddia edemem tabi ki ama eskiye kıyasla ciddi oranda azalttığımı söyleyebilirim.

Ben düzen oturtamadım bir türlü ama günde sadece 10 dakika meditasyon yapmak bu konuda gerçekten çok yardımcı oluyor. İç sesi hiç susmayan bir insan olarak söylüyorum, biraz sessizlik çok şeyi farketmeye yardımcı oluyor. Öfke farkındalığı da buna dahil.

Sonra bir günlük tuttum. En öfkeli olduğum zamanı öğrendim. Her ay bir hafta pms! Ve ben bir haftada yaşadığım beş öfke patlamasını sadece bir ayda bire indirdim. Omega 3, B12 ve D vitaminlerini kullanarak hem de. Bu kadar basit olabilir mi diye düşünmedim değil başlarda ama tuttuğum günlük ortada, hissettiklerim bende. Gerçekten bu kadar basitmiş.

Diyalog

— Doğduğunda doğal ve gerçektin. Her insan öyle olur. Sonra aile, toplum girer hayatına ve seni değiştirirler. Öyle olmak zorundadır. Kurallar vardır, kültür vardır. İnsan olarak hepimizin sosyalleşme ihtiyacı vardır ve sırf bu nedenle kuralları öğrenmek zorunda kalırız. Bu arada ne olur? Doğallığı unuturuz. Doğamızı unuturuz. Önce ailenin, sonra toplumun bir parçası haline geliriz. Bundan sonra asla kendimiz olamayız. Kendimizi bilemeyiz bile.

Bunu asla aklından çıkarmamanı istiyorum. Kurallara uymak zorundasın, kültürü tanımak zorundasın. Çünkü diğer insanlara ihtiyacın var. Bazen olmadığını düşüneceksin ama var. Yalnız çok ama çok dikkatli olman gerekiyor. Topluma uyarken toplumun bir parçası haline gelmek zorunda değilsin. Hatta gelmemelisin. Eğer geldiysen kendini unutmuş, doğallığını kaybetmişsindir. Hayatta en zor şeyse kendini yeniden bulmaktır. Doğal olmaktır. Şimdi, dört yaşındasın. Doğalsın. Gerçeksin. Bunu asla unutma. Kendine sıkı sıkı tutun. İnsanlarla yaşamayı öğren ama kendini de asla bırakma.

Bunlar nerden mi çıktı? Çok güzel gülüyorsun be çocuk. Çok güzel. Ve büyük bir adam olduğunda da böyle gülmeni istiyorum. Böyle gülmeyi unutma istiyorum. Gözlerin kaybolsun ama o kalan minicik açıklıktan nasıl parladıklarını görsün karşındaki. O da gülsün istemsiz. Büyümeye başladıkça hani gülümse dediklerinde, içinden gelmiyorsa yalancıktan gülümsüyorsun ya büyüyünce insanlar hep öyle gülüyor işte. Öyle gülüyoruz işte. Gülmeyi unuttuk ya da unutturulduk. Doğal halimiz nasıldı hatırlamıyoruz. Sen unutma.

— Tamam. Şimdi poli oynayabilir miyiz? 🙈




12 Haziran 2018 Salı

Bazıları Bilsin İstedim

Farkında olmak çok zor bir şey. Empatik olmak. Ben çok fazla farkındaydım çok kısa bir süre öncesine kadar. Kendim hariç herkesin. En zoru da hep herkesin farkında olup kendi farkına varamamak. Anne olmaktan mı yaş almaktan mı bilmiyorum kendimi fark etmeye başladım. Oğlum için iyi bir çocukluk nasıl geçirilir diye araştırırken kendi çocukluğumu gördüm. Daha önce hiç görmediğim gibi. Daha önce hiç böyle bakmamıştım.


Etrafımda öz farkındalığa sahip üç bilemedin dört kişi var. Ki bu sayı bana yakın olan insanların içinden değil, tüm tanıdıklarımın içinden. İnsanlar kendilerini fark etmiyorlar çünkü. Çünkü insanların tek derdi ben herkesin, her şeyin farkındayım demek. Çünkü insanların tek derdi ‘ben’. Ama aslında kimse hiçbir şeyin, hiç kimsenin farkında değil. 

İçimde deli bir yolculuk var. Sonu olmayan bir yolculuk. İçimde böyle bir yol olduğunu fark edebilmem bile müthiş bir şey benim için. Kendime döndüm daha çok. Etrafımdaki insanlar bana daha sakin olduğumu söylüyorlar. Bazen de daha umursamaz. Aslında öyle değil. Enerjim sadece kendi yolculuğuma yetiyor. Kalanı da sadece oğluma saklıyorum. O yüzden normalde beni öfkelendirebilecek şeylere kayıtsız kalabiliyorum. O yüzden benden yardım bekleyen insanlara bile kayıtsız kalabiliyorum. Eskiden sadece başkalarına harcadığım enerjimi artık kendime harcıyorum. 

Kayıtsız kalmak deyimini özellikle kullandım. TDK’dan bakarsanız önem vermemek, umursamamak yazar karşılığında ama benim anlatmak istediğim biraz daha farklı bir şey. Bazı hisleri sözcüklerle anlatmak çok zordur. Kayıtsız kalmak aklıma gelen en yakın söz. Ama tam olarak anlatmıyor işte. Kayıtsız kalıyorsam önem vermediğimden ya da umursamadığımdan değil çoğu zaman. Kendi yolumda, kendi yolculuğumdayım şu an. Bana dokunmasın kimse, benden temas beklemesin hiç kimse. Bu kadar.

Hepimiz anlaşılma çabası içindeyiz. Bilerek ya da bilmeyerek. Anlaşılmak ve kabul edilmek istiyoruz. Olduğumuz şeyi bilmesek de olduğumuz gibi. Ben şu an kendimi anlamaya, anladığımı kabul etmeye çalışıyorum. Yolum çok uzun ve yalnız yürümeye ihtiyacım var. O sorgulamadan, yargılamadan sadece anlamaya çalışan Esin bir süre için kullanım dışı, kendiyle meşgul. Bazen aradığınızda açmayacağım, konuşmak istediğinizde dinlemeyeceğim. Anlamaya çalışmayacağım. Anlatmaya da. Bu kimseyle ilgili değil. Sadece benimle ilgili.

Okuduğum anda benim kalemimden çıkmış hissi veren bir söz var. ‘İçimde gitgide derinleşen bir sessizlik var. Hiçbir şey ifade edemedikleri için yorgunluk veren sözcükler sessizliğime çarpıyor.’ Etty Hillesum toplama kampında günlüğüne yazmış bu sözleri. İyileşmek için sessizliğe ihtiyacım var, mutlak sessizliğe. Ve sessizliği bozanlara sessizliğimle haykırmak istiyorum. ‘Sessizliğime çarpma.’

Bazıları bilsin istedim, bazıları üstüne alınsın bu yazdıklarımı. Üstüne alınıp kırılmasın ama. Üstüne alınıp benim için önemli olduğunu anlasın. Sabahın köründe bunları yazacak kadar. Ya da daha çok.

24 Mayıs 2018 Perşembe

Minnet

Lohusalık annelere çok uç tecrübeler yaşatabiliyor. Kimisi bebeğine hiç dokunamazken kimisi de başkası dokunduğu zaman rahatsızlık duyuyor. Ben ikinci durumu yaşadım. Hastalık derecesinde oğlumun her ihtiyacına yetişmeye çalışırken kabus gibi bir ay geçirdim. Onu görmek duymak için, tek bir işaretini kaçırmamak adına kendimden vazgeçtim, ona odaklandım. Şimdi geriye dönüp bakınca o lanetli bir ayla ilgili minnet duyuyorum içimde. Evet, gerçekten hissettiğim şey bu, minnet. Çünkü o bir ayda kendime bakmayan gözlerimi oğluma vermek benim için doğru bağlanmanın yolunu açtı. Hayatımda hiç yaşamadığım bir şeydi bu. Farkında bile değildim. Farketmemi tetikledi. İnişlerim çıkışlarım oldu hepsi de dibe götüren. Yolculuğum başladı hatırladığımda aynanın karşısındaki zombi halimi gördüğüm o bir ayın sonunda. Yol devam ediyor, hep edecek. Ama bugün olduğum yarıma beni çoğaltanın ne olduğunu biliyorum.

Hepimizin laneti başka. Hepimizinki kendimize. Sadece gerçekten durup bakın. O lanetin sizi sokacağı yol, sizin için en doğru yol olabilir. Bu çok kıymetli bir hediye.

Ben artık anneliğin o ilk bir ay yaşadığım adaletsizliğin ta kendisi olduğunu biliyorum, gerekirse kendinden vazgeçmek gerektiğini. İlk önce kendinizi düşünün lafının saçmalıktan ibaret olduğunu. Ve insanın kendinden vazgeçip çocuğuna dönünce aslında gerçekten kendini bulduğunu. Ben oğluma döndüm. Kendi yaralarımı ona bulaştırmamak için içimdeki yaraları gördüm. İnsanların nasıl yaralandıklarını anladım. Artık yaramın ilacını herhangi bir kitapta, herhangi bir ilişkide (eş, aile, arkadaş vs.) bulamayacağımı biliyorum. Kendi ilacımın kendi içimde olduğunu. O ilacı bulmak çok zor olacak biliyorum. Ama kendimi iyileştirmezsem asla iyileşemeyeceğimi biliyorum. Kendimi iyileştirmezsem yüzümü döndüğüm oğlumun mutluluğunu çalacağımı. Cem Yılmaz dalga geçiyor ya ‘Mutluluk içimizde’ diye. O sığ anlamları alay edilmesini hakediyor olabilir ama derinden bakabilirsen, başarabilirsen bunu her şey içimizde aslında. Kendi ilacımı kendi içimde arama sürecimi başlatan o boktan bir aya tüm ruhumla minnet duyuyorum bu yüzden.





30 Nisan 2018 Pazartesi

Yönlendir-Me

Çocuğu yönlendirmemek çok zor bir şey. Çünkü çocuk dediğin yönlendirmeye fazlasıyla açıktır ve ebeveyn dediğin çocuğun yönlendirilmesi gerektiğini düşünür. Ben zor olanı, en zor olanı yapmaya çalışıyorum. Oğlumu yönlendirmemek. Gerçekten çok zor, bazen kendimi yanlış yaparken buluyorum ama hemen silkiniyorum. Bu işin doğrusu, yanlışı yok. Olsa çok kolay olurdu zaten. Ama ‘bence’ doğrusu bu. Çünkü hep dediğim gibi etrafımda mutlu ya da mutlu olmayı bilen yetişkin yok. Sadece çocuklar mutlu. Doğrusunu onlar biliyor yani.

Yönlendirip öfkeyle doldurmak, en olmayacak kalıba sokmak istemiyorum oğlumu. Görüyorum, o doğrusunu biliyor. Benim ebeveyn olarak yapmam gereken tek şey bildiği yoldan gitmesi, yoluna devam etmesi için onu cesaretlendirmek sadece. Böyle hissediyorum. Keşke dünya tersine dönse ve çocuklar bizi yönlendirse. Ne güzel olurdu. Hepimiz çocukluğumuzda kalan, unuttuğumuz, unutturulduğumuz kendimizi bulurduk.


26 Mart 2018 Pazartesi

Zeki Müren De Bizi Görüyor Mu?

Oğlum benim yaptığım hataları yapmasın. Ve benim tecrübelerime saygı duysun.

Yani.. 

Hata yapmaktan korkmasın, ben korktum çünkü. Bazen düşünmeden, bodoslama olayın içine dalsın. Sonuç pişmanlık olsa da. Pişmanlık güzel şeydir çünkü. Hissetmektir. Aynı hatayı bilmem kaçıncı kez yapıp da pişman oluyorsa değil tabi de, pişman olacağını bile bile hata yapmayı göze alıyorsa yapsın anasını satayım. Dünyaya bir daha geleceğimize ya da dünyadan sonra da devam edeceğimize inananlara soruyorum: Emin misin?

Benim tecrübelerime saygı duymalı ama. O ayrı. Herkes herkesin tecrübelerine, yaşanmışlıklarına, yaşanmamışlıklarına saygı duymalı ki zaten. Bu benim tecrübelerimi dikkate alması gerektiği anlamına gelmez. Benim hatam onun doğrusu olabilir. Benim doğrum onun hatası olabilir. Sen benim tecrübelerime saygı duyacaksın biliyorum, çünkü ben de senin tercihlerine saygı duyacağım.

Bu her istediğini yapabilirsin demek değil tabiki. Yetişkin bir adam olana kadar bazı şeylere karışacağım, inan bana sınırlarıma ve sınırlarına dikkat ederek.

Bilmeni istediğim bir şey var sadece: Zeki Müren bizi görmüyor. Kimse hatalarının hesabını tutmuyor.


23 Mart 2018 Cuma

Büyüt Beni Oğlum..

Annelik müthiş bir kişisel gelişim aracı. Tabi eğer farkındaysan. Bir çocuk büyüyor gözünün önünde, görüyorsun, duyuyorsun. Becerebiliyorsan tabi. Büyütürken bütün hayatına etki edecek çatlakları düşünmek zorundasın. Buna kafa yormak kendi çatlaklarını gösteriyor insana. Onda çatlak açılmasın diye didinirken kendi çatlaklarını sıvamayı da öğreniyorsun. Çok kolay olmuyor ama önce fark etmek, sonra evladın için didiniyormuşçasına kendin için de emek vermek gerekiyor.

En büyük çatlaklar çocukken oluşuyor hepimiz biliyoruz. Bazılarıyla yüzleşmesi kolay değil. Yüzleştikçe çatlayabiliyorsun, çatladıkça içine dolan su seni dibe çekiyor, batırıyor. Ama sonra.. Daha kötüsü olmaz deyip daha daha kötüsünü gördüğün, dibe vurduğun gibi, artık iflah olmam dediğin anda su yüzüne çıkıyorsun. Nasıl olduysa oldu, çatlak matlak yok. Güneşin tadını çıkarıyorsun.

Etrafınıza bir bakın, gerçekten mutlu olan kaç kişi var? Hepimiz çatlak patlak yusyuvarlak olmuşuz büyürken. Ben bakıyorum da etrafımda hiç kimse mutlu değil. Doruk’tan başka, çocuklardan başka. Bütün kitaplar boktan hayatları anlatıyor, karamsar. En komedisinde bile mutlaka bir dram var filmlerin. Çocuk kitapları dışında, çocuk filmleri hariç. Bundan çıkarmamız gereken bir ders yok mu sizce de? Çocuklardan, belki kendi çocukluğumuzdan öğrenmemiz gereken bir şey.

Bir noktada mutsuz olmayı öğreniyoruz, bir yerde dışlanıyoruz, bir zamanda sıkışıp kalıyoruz. Bir şey ya da şeyler dokunuyor hayatımıza ve yapışıp kalıyor bazen. Atamıyoruz üstümüzden, ittikçe sıkıyor, silkindikçe daha çok yer kaplıyor. Hatırlamıyoruz belki, unutuyoruz ama tüm hayat kalitemizi dibe çekiyor bütün bunlar. Çatlaklarla yaşayıp ölüyoruz çoğu zaman. Ama işte anne olunca, oğlum da benim gibi çatlamasın, kırılmasın diye uğraşınca daha net görüyorsun. Nerde sıkışıp kalmışım, beni böylesi etkileyen şey ne ya da kim? Müthiş bir şey bu. Gecikmiş bir aydınlanma. Anlama. Kabul etmesi zor oluyor bazen. Bazen inanması bile çok zor. Zaten kolay olan ne var? Ama sorunun kaynağını bulunca çözmesi daha kolay oluyor. Kolay değil, sadece daha kolay.

Ben çatlaklarımla yaşayıp ölmek istemiyorum. O yüzden bu süreci fazlasıyla içselleştirdim. Neresindeyim bilmiyorum. Çünkü sürekli yeni bir çatlak keşfediyorum. Doruk’a baktıkça, onu düşündükçe kendimi iyileştirmem gerektiğini görüyorum. Ne kadar uğraşsam da çatlaklarımın ona dokunacağını biliyorum çünkü. Onun için belki, söylemesi çok zor -kendini düşünmeye alışık olmayan insanlarız ya- kendim için belki de kremalı börek sütlü çörek bir hayat istiyorum artık, çatlaksız patlaksız. Bu yüzden işte anneliğimi kullanıyorum. Kişisel gelişim için, kişisel iyileşme için, ne derseniz deyin annelik mucizevi bir araç.

22 Mart 2018 Perşembe

Her Şey Geçer Ki..

Doruk dördüncü ameliyatını oldu. Doktor iki üç ay sonra kontrole gelin dedi. Söyleyeceklerinden daha doğrusu söyleyebileceklerinden öyle korkuyormuşum ki randevuyu bir türlü alamadım. Geciktirdikçe geciktirdim. Sonunda dün -tam altı ay sonra- ancak gidebildik. Hadi bi cesaret diye zorlamayla o da. Neyse bu konuya geleceğim.

Ameliyattan iki hafta sonra pedagogla görüştük. Doruk'la oyun terapisi yaptılar. Konunun üstüne öylesine set çekmişim ki onları yazmaya bile varmadı elim. Şimdi başlamışken ordan başlamak istiyorum. Çünkü bizim yaşadıklarımızı yaşayan çok insan var, bana mesajla ulaşan. Ameliyat öncesi ve sonrasını nasıl atlattığımızı yazmıştım, bence işe yaradığını söylemiştim. Pedagogun da benimle aynı fikirde olduğunu söylemek isterim. Tavsiyelerimin hala arkasındayım yani.

Ameliyattan sonraki birkaç hafta Doruk'un biraz hırçınlaştığını yazmıştım. Bu çok normalmiş. Bilinçaltına kötü kodlama göndereceği anlamına gelmezmiş. Neden başkası değil de ben diye sorgulayabilirmiş içinde. Nasıl dile dökeceğini bilemediğinden öfke, şiddet olarak yansıtabilirmiş. Biz de biraz şiddete maruz kaldık :) Doruk vurduğunda oyuna dönüştürdüğümü, yastık adam olduğumu, vurması için cesaretlendirdiğimi söyledim pedagoga. Yastık adam fikrini beğendi ama yastık adam olmadan vurduğunda bundan rahatsız olduğumu belirtmemi istedi. Yastığı almadan vurmaya başlamamasını ısrarla söylemem gerekiyormuş. Eğer vurursa vurduğu yere aşırı şefkat göstermemi, onun canı acıdığında nasıl öpüp okşuyorsam öyle davranmam gerektiğini söyledi. "Ah canım kolum, çok acıdı dimi, öpeyim de geçsin." Gerçekten acıdığını anlaması için gerekirse krem sürün dedi. Sonrasında özür dilemezse teşvik etmek için "Sen de öpsene çok acıdı." diyebilirmişim. Öperse bunu özür olarak kabul edip yastığı almamı, hala vurmak istiyorsa vurmasını söyledi. 

Bunun dışında her şey normal gözüküyormuş. Etkilenmiş gibi gözükmüyor, öfkesi de yakında geçecektir dedi. İkinci bir görüşmeye çağırmaya gerek duymadı. Süreci takip edip gerek duyarsam getirmemi söyledi.

Kontrol zamanı geldiğinde de ilk önce oyunla kediciğini -daha önce oyuncak kedisini evde ameliyat ettiğimizi yazmıştım- kontrol etme zamanının geldiğini anlatmamı tavsiye etti. Çocuklar büyüdükçe doktora gitme konusundaki fikirleri değişebilirmiş. Önce kedicik giderse o da rahat bir şekilde ikna olurmuş.

Pedagogun tavsiyesini uyguladım. Ah canım kolum çok acıdı dedim, okşadım, krem sürdüm. İşe yaradı. Kısa süre sonra vurmaktan vazgeçti. Öfkesi geçti. Normale döndü. Hala bazen acır mı diye korkuyor ama ben yirmi yıl önce ameliyat oldum aynı şeyi hissediyorum. Bu kadar kısa sürede tamamen unutmasını bekleyemem zaten.

Kontrole giderken kediciğinden bahsetmedim. Doktor amcaya gideceğimizi, iyileşip iyileşmediğini kontrol etmesi gerektiğini söyledim. "İyileştim zaten." dedi, çok netti. Evet biliyorum ama doktor amca da aynı şeyi söylesin içimiz rahat etsin dedim. İkna oldu hemen.

Ve dün sonunda doktora gidebildik. Bahçelievler Memorial Hastanesi'ne gittik ilk defa. Hastaneyi çok sevdim. Hatta bayıldım. Ama hayır, girişte karşılayıp bölüme kadar eşlik ettikleri için değil. Kelebekli ekranın önünden geçerken kelebekler arkamızdan uçtuğundan da değil. Ekstra bir durum olmazsa üç sene sonra gelin kontrole cümlesini duyduğumdan. O kelebekler içimde uçuştu. Çıktıktan sonra istersen pasta alalım istersen çikolata dedim Doruk'a. Bugün ne istersen yiyebiliriz dedim. "Yaşşaaasın. Yayamaslık yapıcaaaz." diye bağırdıktan sonra çikolatayı seçti. Yayamaslık yaptık ama sanırım bunu haketmiştik.


19 Mart 2018 Pazartesi

Ben Bu Dünyaya Ait Değilim

Ait hissettiniz mi hiç? Ben hissetmedim. Çok yoğun bir şekilde hissettiğim ise eksikliği oldu hep. Kendi evinde bile misafir hissetmek, kıymetli eşyalarını bir sırt çantasını geçmeyecek şekilde ayarlamak.. Aidiyet eksikliği!

Coşkulu bir şekilde heyecanlanmanın ne demek olduğunu biliyor musunuz peki? Ben karnım burnuma gelene kadar bilmiyordum. Heyecan ya da coşku doruğum yüksek olduğundan, tatminsizlikten değil ama. Beklentisizlik, boşluk.. Tam olarak nasıl adlandırabileceğimi bilmiyorum. Doruk doğdu, bir şeyleri doldurdu. İçime dokundu. 

Şimdi, oğlumun doğumundan beri ilk, hayatım boyunca ikinci defa bir şey için heyecan duyuyorum. Gerçek heyecan. Ayaklarım toprağa değiyor ve ben merakla içimdeki boşluk dolacak mı, buraya ait olacak mıyım diye bekliyorum.




15 Mart 2018 Perşembe

İçimizdeki Çöplük

Kendi isteği dışında dünyaya bir insan getiriyorsunuz. Sizin seçtiğiniz hayatı yaşasın istiyorsunuz. Çoğu zaman da sonuçtan tatmin olmuyorsunuz. Beklentileriniz hep büyük. Kimin doğasını kabul edebildiniz ki şimdiye kadar onunkini edesiniz. Ne istiyorsanız o olmalı ama olmuyor, hep hayal kırıklığı hep hayal kırıklığı.

Olmayacak, olmaz. Dünyanın mutsuz bir kopyanıza daha ihtiyacı yok. Bırakın artık, rahat bırakın. Yaşasın. Olmasın ama yaşasın.

Oğlum, bal oğlum. Dehşetle izlediğim bir hayat var karşımda. O insanlardan biri olmak istemiyorum. Bilinçaltımda ne var bilmiyorum ama büyük bir kısmının çöpe atılası olduğuna eminim. Herkes gibi. İçimiz çöple doldurulmuş, öyle salınmışız dünyaya. Çöplerimi sana da bulaştırmak istemiyorum.

Suyumla hayat verdim sana. Can suyumla. Evet. Ama bu beni senin için değil seni benim için özel yapar. Benim senin için özel olabilmem için bir gün durduğun yerde, o yerden memnun olduğunu düşünmen gerek. Doğanla, kendi doğanda yaşaman gerek. Annenin çöplüğünden uzak, babanın çöplüğünden uzak, içinde onların yükü olmadan.

..Annen..

7 Şubat 2018 Çarşamba

4 Oldu!

Dündü. Mutfak tartısında bir kasenin içinde tartıyorduk seni. Aldığın birkaç grama mutluluk gözyaşı döküyorduk.

Şimdi.. Koca bir dünya oldun. 4 oldun. İyi ki doğdun.

Sanki bir haltmış gibi çok çabuk büyüyorsun. Sen büyüdükçe ben birikiyorum. Biriktiklerimi anlatmam lazım sana. Şimdi, daha fazla büyümeden.

Kendini sev, çok sev. Kendine kız bazı bazı, kabul. Ama hep barışık ol, hiç küsme. Hep mutlu ol. Ama hayat toz pembe değil. Grilere de gülümse. Mutlu olmanın sırrı bu, inan bana.

Hazırlanmadan yaşamak gerek, daha çok. Sürekli hazırlık içindeyiz ve bu hazırlığı hayat sanıyoruz. Biz sahne arkasında hazırlanırken oysa, hayat sahnede akıyor. Hem de hızlıca. Bırak hazırlanmayı! Plan yapma demiyorum sana. Daha az yap. Planladıklarını uygula, daha çok. Bir gün "Dolu dolu yaşadım ben hayatı." demenin tek yolu bu çünkü.

Kendini bir yarışta hissetmeni istemiyorum. Yoldasın. Uzun bir yol. İstediğin zaman değiştirebileceğin bir yol. Birlikte yolculuk ettiğin insanlar var, rakiplerin değil. Yol arkadaşları bul kendine, birlikte yürümekten keyif alacağın. Destek olmaktan gocunmayacağın, desteğini istemekten çekinmeyeceğin. Hırslı insanlar yarıştan keyif alır. Oysa herkes yarışa itilir. İstersen yarışa kendin girersin. İstemediğin sürece seni dışına çekeceğim.

Hata yapmaktan korkma. Hatalarla büyüyeceksin. İnsanın önündeki en büyük engel, hata yapma korkusudur. Bir de hata kabul etmeyen ebeveyn. Hata yap diyorum bak. Bu lüksü kullan.

Bir gün yapmaktan keyif alacağın işle karşılaşmanı, bu karşılaşmanın içinde kocaman bir kıvılcım oluşturmasını tüm kalbimle diliyorum. Herkes bu şansa erişemiyor. Kendini tanıyarak büyümeni istiyorum. Çünkü büyüdükten sonra kendini tanımaya çalışmak çok yorucu, yıpratıcı oluyor. Ama yine de.. Tatmin olmuyorsan istediğin şey o değildir. Daha fazlası da seni tatmin etmeyecek. Bırak gitsin. Yeniden başlarsın.

Hırsla bağlanmanın kölelik, vazgeçmenin özgürlük olduğunu unutma.

Bir gün aradığın şeyin ne olduğunu bilmediğini farkedersen yapman gereken şey bir adım geri atmak. Bir de ordan bakmak. Aradığın şey muhtemelen anlam. Hep öyledir çünkü. Ve anlam, daha az şeyde var. Çok az şeyde var. Tam da bu yüzden az, çoktur aslında. Az, çoktur. Bunu sakın unutma. Ve aradığın 'anlam'ı bulduğun zaman bırakma.

Çok çalışırsan, bir şey için çabalarsan mutlaka yaparsın diyecekler. Belki bir gün ben de diyeceğim. Çünkü bu kalıplaşmış bir şey, büyürken kulağımıza küpe yapılmış, bilinçaltımıza işlemiş. İnanma. Olmayabilir. Hayat öngörülemez çünkü. Kontrol altında sandığında bile değildir aslında. Ama.. Olma ihtimali için çok çalışmalı ve çabalamalısın.

Bir gün koca bir adam olduğunda, bir sabah uyandığında istediğin gibi biri olmadığını görebilirsin. Ama belki de geçmişte bir zaman istediğin gibi biri olmuşsundur. İstekler her zaman değişir. Ve şu an istediğin genelde olmadığındır. Bunun farkında ol. Ne olursan ol, olduğun kişiden memnun ol. Yine de.. Durduğun yerden memnun değilsen, durma. Yerini değiştir.

Ve bir de..

Beklenti.. Ne ağır bir kelime! Seni beklentilerimle yormak en son isteyeceğim şey bile değil. Yine de zor bir beklentim var senden. Çok ama çok rahat bir insan olmanı bekliyorum. Rahatlığınla beni çıldırtmanı istiyorum. Çünkü ben öyle değilim. Ve sen öyle olursan büyürken çok çatışacağımızı da biliyorum. Ama çıldırmak pahasına da olsa öyle olmanı istiyorum. Çünkü rahatlık çok büyük bir lüks. Çok kıskandığım, çok özendiğim bir lüks. Hani sana ısrarla bir şey söylediğimde şarkı söyleyip beni hiç sallamıyorsun da ben çıldırıyorum ya, doğru yoldasın işte :)


"-Uçacak mısın Doruk?
 -Ama benim kanatlayım yok."

Var. Sen büyüdükçe büyüyecekler. Büyüdükçe büyüsünler. Doğum günün kutlu olsun oğlum.


..Annen..


16 Ocak 2018 Salı

Ay Tozu

Hayal kurabilen, hayal dünyası geniş çocuklar yetiştirmeye çalışıyoruz hepimiz. Dört yaşındaki oğlumuzun uçuk kaçık hayal dünyasını dinlerken mutlu oluyoruz. Ben oğlumun gelişimine bu anlamda pek müdahale edemiyorum, kendi gibi olsun diye onu kendine bırakıyorum. Başka türlüsü elimde değil. Ama içimde bir yerde yanlış yaptığımı söyleyen bir taraf da yok değil.

Çünkü.. Ben gerçekten kronik bir hayalperestim. Ama kendimi ararken bulduğum en önemli gerçeklerden biri hayallerimin hiç biri gerçekleştirilebilir değil, hepsi fantastik. O yüzden de sadece kafamın içinde yaşıyorlar. Ve gerçek hayatta.. Yaşıyorum işte. Tutkuyla inandığım hiçbir şey yok. Ama hiçbir şey. Şiddetle yapmak istediğim herhangi bir şey yok. Hayran olduğum, benzemek istediğim kimse yok. Ait olduğum bir yer yok. Özendiğim bir hayat yok. Hayatımı harcamak istediğim bir ideal yok. Bunların hepsi insan için büyük bir lüks.

Hayat, hani hep boşa harcanmaması gereken dedikleri şey, ben dolduramıyorum. Çünkü doldurabileceğim bir hayalim yok. Yaptığım şeyler sürekli esip geçenlerden denk gelenler. Yapacağım şeyler de öyle olacak kuvvetle muhtemel.

Ve oğlumun da benim gibi olmasından korkmuyorum değil. Bu yönde ciddi işaretler veriyor bazen. İçinde bir yerlerde istediği şeyleri görebilecek, onlara tutkuyla bağlanabilecek bir Doruk bulur diye umuyorum, bekliyorum.

İşte bu yüzden..  Bu kitap şu an en sevdiğim çocuk kitaplarından biri. Biraz uzunca olduğu için Doruk sıkılır mı acaba diye düşünmüştüm ama sıkılmadı, belki benim okurken nasıl keyif aldığımı hissettiğinden belki de aynı keyfi aldığından. Kitabı okurken her defasında farklı şekilde ama mutlaka eklediğim bir cümle var: “Umarım senin de yolun tutkuyla yapacağın şeylerle hayatının bir noktasında kesişir.” Eklemek istediklerim de var. “Umarım böyle tutkuyla seveceğin dostların olur.” “Umarım böyle tutkuyla aşık olursun, olabilirsin.”

Küçük Prens’in yazarı Antoine de Saint-Exupery’nin hayatı. Gerçek olamayacak kadar güzel.. Ama gerçekleştirilebilecek kadar da gerçek.

3 Ocak 2018 Çarşamba

Yeniyıl Yeniyıl Bize Neler Getirdin

Yeni yıl sağlık, mutluluk, huzur ve bol para getirmeyek. Geçen seneden farklı bir yıl olmayacak. Güzel şeyler de gelecek başımıza, bol bol üzüleceğiz de. Fiziğin kanunu, düzen sürekli kötüye gider. Ben demiyorum. Einstein, Hawking falan diyor. Bilimsel gerçek. O yüzden mutlu yıllar dilemiyorum kimseye.

Ama bu karamsar bir yazı değil. Benim yeni yıl mesajım. Başlıyorum.

Sir John Franklin gibi yavaşlığı keşfedin. Yavaş olabilir ama mutlaka keşfedin. Gerginliğinizin en büyük nedeni aceleniz olabilir. Huzur gelsin diye beklemeyin. Hele bir yavaşlayın bakalım. Beklediğinizde gelmeyen huzur, yavaşladığınızda gelecek. Net!

Bu sene kendiniz için bir şey yapın. Hani o sürekli ertelediğiniz projeniz var ya, onu gerçekleştirin. Birinin sizi ittirmesini beklemeyin. Çünkü ittirmeyecek. Mutluluk ayağınıza gelmeyecek. Hatta çok uğraştığınız halde bile gelmeyebilir. Klişe olabilir ama fazlasıyla doğru olan bir şey var ki o da mutluluk içimizde. Mutluluk sürekli dışardan beklediğimiz bir şey haline geldi. O yüzden pek mutlu olamıyoruz zaten. Beklemeyin, harekete geçin. İnsan uzun süre bekleyince harekete geçmesi zor oluyor, biliyorum. Ama mutlu olmak istiyorsan kendin için bir şey yapmak zorundasın. Sonuç beklediğin gibi olmayabilir, çuvallayabilirsin. Ama kendin için bir şey yapmış olmanın tatmini, listene bir tik daha atmış olmanın mutluluğu.. Hiç yoktan iyi değil mi?

Piyango yine sana çıkmadı değil mi? O işler artık öyle şansla olmuyor çünkü. Kime çıkacağı önceden belli. Yani hayal kırıklığına gerek yok. Bütün hayallerini parayla yapılabilecek şeylere harcama. Paranla yapabileceğin ya da parasız yapabileceğin bir sürü şey var. Boşver parayı. Hayatını kaliteli şeylere harca. Uzatmaya niyetim yok. Aklına bir şey gelmiyorsa arama motoruna ‘parasız yapılacak şeyler’ yaz. Kendin için olanı bul.

Ve en önemlisi.. Hayat akıyor, yaşımız geçiyor. Geçtiğimiz sene akarken çok kişiyi götürdü etrafımdan. Arkadaşlarım yakınlarını kaybetti. Biz üzüldük, onlar yandı. Bu sene bizim yanmayacağımız, bize yanmayacakları ne malum? Sözün özü, sevdiklerinizi biriktirin anılarınızda. Vakit kaybetmeyin, sevdiklerinizin anılarında birikin. Yarın elimizde kalacak en kıymetli şeyler anılar olacak çünkü. 

Sarılın bol bol, öpün -en çok da çocuğunuzun gıdısını-, ota böceğe gülün -ne çok gülüyor diye tip tip baksınlar-, bi de.. Çok sevin her şeye rağmen.