30 Mayıs 2016 Pazartesi

Bu Haftaki Kitaplarımız


Tombik Ayı bizim en sevdiğimiz karakterlerden biri. Bütün kitaplarını aldık. Kitaplarının hepsi genel olarak dostluktan bahsediyor. Bu kitabında Tombik ayı ormanda yiyecek ararken fırtına çıkıyor ve kayboluyor. Onu merak eden arkadaşları da fırtınaya rağmen Tombik ayıyı aramaya çıkıyorlar. Tombik ayı kitaplarının en sevdiğim özelliği şiirsel bir anlatımı olması.

Kediş'in Armağanı da çok sevdiğimiz kitaplardan biri. Kedi olması sevilmesi için başlı başına bir neden zaten Doruk için :) Yaramaz Kediş kendisine alınan hediyeyi merak edince arabanın bagajındaki paketleri karıştırır. Hediyesini bulup kurtarır ama hediyesi ondan daha yazamazdır. Sanırım çocuklara sabırlı olmaları gerektiğini öğretmeye çalışan bir kitap. Ama bence daha güzel bir özelliği varki o da çocuklara okumayı sevdirecek kitaplardan biri olması.

Yavru Ahtapot Olmak Çok Zor kitabında ahtapot yavrusu olmaktan yorulan Nino'nun hikayesi anlatılıyor. Nino her çocuğun hissettiklerini anlatıyor bize aslında. Çocukken zor olan şeyler büyüdükçe kolaylaşır. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeli ve sevmeliyiz. Nino karşısına çıkan bir fırsatla aslında neler yapabildiğini keşfeder ve kendiyle barışır. Bizim çocuklarımız da deneyimledikçe yapabildiklerinin farkına varacaklar, bu deneyimleme fırsatlarını da tabiki biz yaracağız.

İki Utangaç Panda 2 yaşındaki bir çocuğun bakış açısıyla ele alınırsa büyük bir cesaret kitabı. Panda ve Pandora birlikte oynamak isteyen ama utanıp bir türlü tanışamayan iki komşu panda. Kar yağdığında birbirlerini göremedikleri için merak ediyorlar ve sonunda utangaçlıklarını yenip büyük bir cesaret göstererek arkadaşlarının nasıl olduğunu öğrenmeye gidiyorlar. Ve çok iyi arkadaş oluyorlar.

İyi okumalar..

27 Mayıs 2016 Cuma

Doruk'la Annesinin Sabah Duası

Bir Çift Yürek... Şu anda okuduğum kitap. Daha bitirmedim ama okumayanlara şiddetle tavsiye ediyorum şimdiden. Bu sabah metroda okuduğum bir bölümden esinlenerek Doruk'la sabah dualarına başlamaya karar verdim. Ve Doruk'la annesi için bir sabah duası hazırladım. İki yaşını geçti ve artık her şeyin farkında. Hayata şükretmesini, kendini bilmesini ve sevmesini, diğer canlılara saygılı olmasını istiyorsam bunu her sabah tekrar etmenin işe yarayacağını düşünüyorum. Gerçi hafta içi o uyanmadan çıkmış oluyorum ama bir süre sonra ezberleyeceğini biliyorum. Zaten duvara asmayı düşünüyorum :)

Bu duanın bana da iyi geleceğine inanıyorum. Yazarken bile huzurla dolduğumu hissettim. Çünkü şükretmenin ve istemenin gücüne bütün kalbimle inanıyorum. Bence siz de kendi duanızı yazın, hatta çocuğunuz biraz büyükse birlikte yazın. Bizim duamızı da kullanabilirsiniz. Ve sonuna benden de bir 'Amin' eklemeyi unutmayın :)



Not: Resimler Oyuncu Annenin kavanozundan alıntıdır.


25 Mayıs 2016 Çarşamba

D-Man Yılbaşı Turu

Yaza girmeden bu kış gezdiklerimizi kaydetmenin vakti geldi de geçiyor sanırım. Kışın ilk gezisini tabiki de gezi arkadaşımız Nehir'le yaptık. Nehir dediğim zaman Doruk artık 'Neyeye gidiyoyuz?'diye sormaya başladı :)


"Neyir, maratom başlıyormuştu. İyice kudurmadan dönmek yokmuş bize. Anlaşmıştık mı?"

İlk durağımız Stuttgart. Aslında öğlen saatlerinde varmıştık ama önceden kiraladığımız aracı teslim almamız akşamı buldu. İlk gün böyle bir aksilikle başladı. Çocuklar havaalanının altını üstüne getirince Almanlar sınırı geçmemize izin verdiklerine bin pişman oldular :) Sonunda aracı teslim aldığımızda akşam olmuştu ve ilk gün için yaptığımız gezi planı suya düşmüştü. İlk iş olarak kiraladığımız eve yerleştik ve zararın neresinden dönersek kardır diyerek kendimizi dışarı attık. Şehir merkezindeki noel pazarına gittik. Işıklar, dekorlar ve insanların ruh hali (sanırım noel ruhu gibi bişey) bize çok iyi geldi. Kalabalıkta kaybolmasın diye kucaktan indirmeyi gözüm yemediği için hala konuşmaya başlamamış olan Doruk tatilimize damgasını vuran kelimeyi ilk olarak burada söyledi : "Asşayaa." tabiki de parmak aşağıyı işaret ediyordu :)

Ertesi gün sabah erkenden Heidelberg'e gitmek için yollara düştük. Yolların manzarası bile o kadar güzel ki şehrin kendini uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırım. Bir de noel zamanı olduğu için sanırım normalden çok daha güzel ve keyifliydi. Ve noel kalabalığına rağmen bazı insanlar güzel yerlerde yaşıyor dedirten sakinliğe ve huzura sahip bir şehir. Eh soğuk olduğunu da söylemeden geçmeyelim. 

Doruk kırmızı burunlu olmadığı zamanlarda fotoğrafta göründüğü gibi paket haldeydi :) Uyumadığı zamanlarda bile paketlenmeye karşı gelmedi. Üşüyordu kuzum ne yapsın :)

Sonraki günü aslında ilk gün gezmeyi planladığımız ama gezemediğimiz Stuttgart'a ayırdık. Sabah ilk iş Killesberg Parkı'na gittik. Asşayaaa deyip duran Doruk rahat rahat koşturdu burda. Çimlerin üstü buz tutmuştu ve manzara çok güzeldi. Temiz havanın, sincapların, şehrin ortasındaki parkın tadını çıkararak başladık güne.

Sonra en sevdiğim şeyi yaptık ve caddelerde sokaklarda doğaçlama dolandık. Noel pazarlarına takıldık. Kitapçılara girdik. Normalde müze gezmeyi çok severim ama en son Barselona'daki Picasso müzesi tecrübesinden sonra Doruk bellirli bir yaşa gelene kadar müzelerin kapısından bile geçmeme kararı almıştım :) Gerçi belli başlı müzeler için bu kararı bozduğum oldu ama önüme gelen müzeye de girmiyorum artık eskisi gibi. Hiç de şikayetim yok bu durumdan. Bir şehre ilk defa gidiyorsan müze müze dolaşırken sokakların ruhunu kaçırabiliyormuşsun, bunu anladım.

Ertesi gün İsviçre günüydü. Erkenden Zürih'e doğru yola çıktık. Şehri şöyle bir turladıktan sonra asıl hedefimiz olan Luzern'e gittik. Şimdiye kadar gidip gördüğüm şehirler arasında en çok beğendiklerimden biri Luzern. Bir gezi blogu yazarı olsaydım uzun uzun yazabilirdim Luzern'i ama sadece Doruk'la anılarımızı yazmaya çalışıyorum işte. O yüzden şehir detaylarına çok fazla girmiyorum zaten. Gölü, Alpler'i, sanat eseri kıvamındaki binaları ve tabiki de çikolatasıyla kalbimi kazandı Luzern. Bir de Rigi dağı var tabi. Akşam üzeri gelmişken görelim diye gittik. Hava daha önce bu kadar çabuk kararmamıştı bana. Daha önce bu kadar güzel bir manzara görmemiştim desem yeridir. O evlerden birinden Heidi çıkacak diye bekledik resmen. Daha sonra bir kez daha gitmek için listeme kaydettim burayı.

Stuttgart'tan ayrılma vakti gelmişti. Eşyalarımızı toplayıp Strazburg günlerine doğru gitmeden önce Mercedes müzesine gittik. Arabalar benim ilgi alanıma girmese de çoğunluğun kararıyla gittiğimiz müzeyi çok sevdiğimi itiraf etmeliyim. Çünkü araba deyince aklıma gelenler çok kısıtlı ama bu müzenin aklıma gelenlerle pek ilgisi yokmuş neyseki. Doruk ve Nehir kadar olmasa da benim de keyif aldığım doğrudur.

Mercedes müzesini gezmek saatler aldığı için Strazburg'a ulaşmamız akşamı buldu. Bir de yolda DM'ye uğramış ve Yasemin ablayla birlikte kendimizi kaybetmiş olabiliriz :)



Otele yerleşip meydana gittik ama fotoğrafta göründüğü üzere yorgunluktan ayakta uyuduğumuz için yemek yedikten hemen sonra geri döndük.

"Framsızca şizgi filim izliyormuştum amaaa uykum da varmıştıysa demek hem uyuyup hem izleyerekten yapabiliyornuştum onu ben." 



Güzelce dinlendikten sonra şehri gezme zamanı gelmişti. Normalde de çok güzel bir şehir olabilir ama biz tam zamanında gelmiştik. Noel. Her yer ama her yer dükkan vitrinlerinden restoran kapılarına, evlerin pencerelerinden sokak lambalarına kadar her yer süslenmişti. Bir masalın içindeydik ve bu masal olsa olsa Hansel'le Gretel olurdu. O şekerlemelere çikolatalara kurabiyelere bakarken cadının şekerden evini gördüklerinde ne hissettiklerini çok iyi anladım. Her dükkanın vitrini ayrı bir sanat eseriydi. Saatlerce sadece dükkan vitrinlerine bakmış bile olabiliriz. Müzelere girmedik ama açık hava müzesinde geziyor gibiydik.



Her sokağın hatta her vitrinin önünde fotoğraf çekilmişizdir sanırım.


Bir de tatil boyunca asşayaaya inmek isteyen Doruk bunu istemekle yetinmedi. İnmek istemesinin amacı arabasını sürmekti. Taşlı yollarda, kalabalığın içinde devrilmesin, birilerine toslamasın diye ciddi bir savaş vermek zorunda kaldık, boru değil :)

Akşam da sokakların, meydanın ışıklı süslemeleri için bir tur daha attık. Akşamları çok soğuk olduğu için Doruk arabasının örtüsü altında kalmayı kabul ediyordu ve biz de koşmadan gezebiliyorduk.

Yılbaşı akşamıydı ve biz Noel'in başkentindeydik. Beklentimiz de yüksekti haliyle. Oteldeki programa katılıp yemek yedik ve yeni yıla girmeden meydana geldik. Beklediğimiz kadar kalabalık değildi, çok ama çok sessizdi. Neredeyse yeniyıla girdiğimizi anlamayacaktık. Halkalı'da havai fişeklerle kutlanıldığını düşünürseniz Strazburg'da hayal kırıklığına uğramamızı anlayabilirsiniz. Evet çok sessiz başladı ama çatapatlarla devam etti. Yanımızda Doruk olduğu için hiç ama hiç keyif almadım. Eğer gerçekten yılbaşına nasıl girdiysen öyle geçirirsin diye bir şey varsa bütün seneyi korkarak geçirecektim. Normalde yasak olan çatapata bir tek yılbaşında izin veriyorlarmış. Ve hiç kimse attığı yere bakmıyor. İnsan varmış çocuk varmış umurlarında değil. Doruk'un arabasını en korunaklı hale getirip yağmurluğunu takıp kaçmaya başladık. Evet gerçekten kaçmaya başladık. Çünkü bu eğlence sandıkları saçmalık sadece meydanda değil her yerdeydi. Her caddede, her sokakta... 
Sokaklardan yüreğimiz ağzımızda kaçtık. Heyecanı kaçırmak istemeyen fare kafasını dışarı çıkarmış etrafa bakınıyor. O kafayı dışarda görünce beni düşünün. Kabus. Maceramız otele girene kadar devam etti. Çünkü otelin önünde bile çatapat atıyorlardı. Daha önce bu kadar çok korktuğumu hatırlamıyorum. Çocuk olunca bazı şeyler gerçekten değişiyor. Normalde biz de çatapat alalım diye tuttururdum belki de. Ama o anneliğin kötü senaryo yazma yeteneği var ya... İşte öyle.
Kazasız belasız otele girdiğimizde muhtemelen suratım bembeyazdı. Evde tombala oynuyor olmayı tercih eder durumdaydım :)

1 Ocak'ta rotamız Mulhouse ve Colmar'ı gösteriyordu. Meşhur Fransız köyleri.
Evet, 1 Ocak'ta hayatın durduğunu biliyorduk ama biraz çok durmuştu. Mulhouse bomboştu. Sokaklar bizimdi. Meydanı dolaştık, Mulhouse'un resimli evlerine baktık ve oturup bir kahve içmek için bile açık bir yer bulamadığımızdan çok kısa bir süre sonra yeniden yoldaydık. Colmar'a gidiyorduk.



İçinden kanal geçen her yer gibi Colmar da çok güzel ve Fransız köylerine has mimarisiyle de orta çağdan kalma bir havası var. Colmar'daki noel süslemeleri de Strazburg kadar güzeldi. Ama 1 Ocak buraları gezmek için yanlış bir seçim. Yemek yemek için açık bir restoran bulmak çok zor oldu. Açık olanlarda da sıra vardı.

Colmar Fransa'nın Alsace-Lorraine bölgesinde, şarap yolu üzerinde yer alıyor. Oturacak bir yer bulamadığımız için bir kadeh şarap da içemedik. Gerçi ben bu tatilde henüz emzirmeyi bırakmadığım için bana sorun olmadı zaten :) Doruk gezmeyi çok seviyor, kim sevmez gerçi. Biz her türlü tadını çıkardık.

Son günümüzü yine Strazburg'a ayırdık. Aslında ilk gün yapmayı planladığımız ama fırsat bulamadığımız tekne turunu yaptık sabah. Başta kulaklıktan takip etmeyi denedim anlatılanları ama Doruk çıldırdı ben çıldırdım. Çıkardım attım kulaklığı sadece görüntünün tadını çıkardık Doruk'la.

Günün geri kalanını sokakları turlamakla ve alışverişle geçirdik. Ertesi gün Stuttgart'a döndük ve evimize uçtuk. Tatiller çok hızlı geçiyor. O yüzden kaydetmekten çok yaşamaya çalışıyorum artık. Onu da yapmalıyım bunu da yapmalıyım değil de az ama keyifli şeyler yapmaya yöneliyorum. Doruk'la birlikte gelen bu tatil anlayışı için de minnet duyuyorum oğluma.

Ayrıca tatil arkadaşlarımızla da yeniden bir tatilde buluşmayı dört gözle bekliyorum :)






 


23 Mayıs 2016 Pazartesi

D-Man Bu Hafta Neler Okudu?


Her akşam uyumadan önce 4-5 tane kitap okuyoruz. Artık alışkanlık haline geldi, yatağa girer girmez kitap okuma lambamızı yakıyor ve bekliyor. Her hafta değiştiriyoruz kitaplarımızı. Dönüşümlü olarak aynı kitapları okuyoruz aslında ama Doruk'un kütüphanesi şimdiden çok büyüdü diyebilirim. Bir süre aynı kitapları okuduğumuz zaman 'Yeni kitaplar gelecek dimi?' diye soruyor :) Ve birkaç gün sonra kargocu abi yeni kitaplarımızı getiriyor.

Bu haftaki kitaplarımız: Kar leoparları, Arda ile Paytak kek yapıyor, Pisi kedi doğum günü hazinesi ve Kemancı ayı masalı.

Kar leoparları kitabı National Geographic Kids'in Dünyamızı Keşfedin serisini denemek için aldığımız bir kitap. Bu kitabı beğendiğimiz için serinin başka kitaplarını da aldık daha sonra. Kar leoparları hakkında genel bilgiler veriyor. Aslında 3 yaş sonrası için daha uygun ama biz yine de severek okuyoruz.

Arda ile Paytak kek yapıyor'un direk okuyanı kitaba dahil etmesini çok sevdik. Okuyana sorduğu soruların sonuna ismini ekliyorum ve Doruk cevap veriyor. Böylece daha keyifli oluyor.

Pisi kedinin bütün kitaplarını çok seviyoruz. Doğum günü hazinesinde Pisi kedinin hediyelerinden biri olan hazine haritasının peşine düşüyor kahramanlarımız. Pisi kedinin eğlenceli çizimlerini ve birbirini takip eden olaylar dizisini izlemeyi, izlerken de öğrenmeyi seviyoruz.

Kemancı ayı masalı ise keman çalmak isteyen ve bir dizi engelle karşılaşan ayı Bingo'nun hikayesini anlatıyor. Ayı Bingo bütün zorluklara rağmen ve hatta kendine rağmen keman çalmayı öğreniyor. Doruk zaman zaman kitaplardan alıntılar yapıyor ve bazen bazı bölümlerini ezbere söylüyor. Kemancı ayı masalının da bir bölümünü aklına geldikçe anlatıyor. Bu da sanırım kitabı gerçekten sevdiği anlamına geliyor :)

19 Mayıs 2016 Perşembe

Mutluluğu Yaşamak İçin

Karmakarışık bir mutluluk içindeyim. Tam olarak mutlu olmaya cesaret edemiyorum bu sefer. Ne biliyim.. Yanlış anlamışım ya da her şey tersine dönecekmiş gibi geliyor. Geçen sefer erken davranmıştım mutlu olmak için ve kursağımda kalmıştı. Yazmıştım yine.

Ama bitti galiba. Doruk iyileşti. Yani yine bir risk var ama sadece anne gözlemiyle devam edeceğiz. Beyaz önlüklü doktor amca sorunsalımız senede bir olacak sadece.

Çok şey geçirdik, çok şey atlattık. Bizden iyi olanları görmeye meyletsem de çoğu zaman daha zor durumdakileri düşünmeye çalıştım hep. Biz iyiyiz dedim ne kadar kötü hissetsem de. Şimdi iyiyiz gerçekten. Ama ben o rahatlamadan kaynaklı hafifliğin yanında biraz kuşku biraz korku duyuyorum. İnsan.. Böyle işte.

Kendi mutluluğumu yaşamaya izin vermeyen bir şey var içimde. Ne olduğunu biliyorum neyseki. Çok olmadı öğreneli. Ama şimdi bildiğim için onu bastırıp mutluluğumu yaşamayı deniyorum en azından. Hepimiz aynı değil miyiz? Düşünsenize çok güzel bir haber aldınız. Hemen korkmaya başlamıyor musunuz? Kötü bir şey olacak, bu kadar mutluluk normal değil.

Çok gülmenin sonu ağlamaktır demiş atalarımız (bizimkiler olduğundan emin değilim ama dese dese bunu bizim atalarımız der bence). Demişlerse bir bildikleri vardır değil mi? Değil. Gerçekten değil. Ve bunu ben demiyorum araştırmalar diyor. Öyle yetişmişiz. Öyle işlemiş içimize. Çok gülersek ağlarız. Çok mutluluğun sonunda kesin üzüleceğimiz bir şey olur. Bilinçaltımıza yerleşmiş bu düşünce. Ve bu düşünce hayatımda aldığım en güzel haberi şöyle bir ohhh çekerek, sindire sindire, güle oynaya yaşamama engel oluyor. Ben engel olmaması için bilinçaltımla savaşıyorum artık. Mutluluğuma odaklanmaya çalışıyorum. Aklıma gelen kötü olasılıklara hadi canım hadi diye yol gösteriyorum. Ve inanıyorum.. bir gün o kötü olasılıklar aklıma gelmeyecek. 

İşte böyle.. Siz de bilin istedim.



Ve şimdi aklıma gelen kötü şeyleri uzaklaştırıp bu anın tadını çıkarmaya çalışıyorum.