24 Nisan 2019 Çarşamba

Cehennem

'Eğer bir ağaç gökyüzüne ulaşmak istiyorsa, kökleri tam cehenneme gitmelidir.' Nietzche

Devir Nietzche'ninkinden çok farklı olsa da insan aynı. İnsan kendi isteğiyle cehennemin dibine iner mi? İnmeli. Ben inmeye çalışıyorum. Doruk doğduğundan beri, beş yıldır kendimle çok fazla uğraşıyorum. Kendimi anlamadan anneliği öğrenemeyeceğimi, oğlumu anlayamayacağımı biliyorum. Beş yıl önce başladığım noktaya kıyasla cehenneme çok daha yakın ama bir o kadar da uzaktayım. Çünkü indikçe çıkıyorsun, dibi buldukça şifanı da görüyorsun.

Bunun yolu beyne meydan okumak, bilinçaltını deşmek. Beynimizin bizi korumak için diplere ittiği olayları bulmak, anlamak, yüzleşmek. Her şeyin bir nedeni var. Neden düzenlisin, neden tembelsin, neden erteliyorsun, neden acelecisin, neden uzaksın, neden soğuksun, neden  çok iyisin, neden öfkelisin, neden böylesin...? Neden böylesin? Hepsinin cevabı bilinçaltında. Uzun süredir bilinçaltımı kurcaladığım için bir çok şeyin farkındayım artık. Bilinçaltım çok açık. Beynimin beni korumak için seçtiği birinci yol unutmak, o yüzden benim için bilinçaltımı deşmek çok zor bir süreçti, hala öyle. Çok şeyin farkındayım, ama daha çok dibe inmeliyim bunun da farkındayım. Bitmeyen bir dip. Ama Nietzche'nin söylediği gibi köklerin cehenneme indikçe dalların gökyüzüne çıkıyor.

Bilinçaltını tanımaya başlamak için önce derin bir farkındalık oluşturmak gerekiyor. Yaşadağım olaylara otomatik tepki vermekten çıkışım çok kolay olmadı. Hala daha bazı durumlarda farkında olmak istemiyorum sadece tepki vermek istiyorum diye zorluyor beni beynim, bazen kazandığı da oluyor. Ama eninde sonunda gerçekte neye tepki verdiğimi düşünmeye başlıyorum eskisinden farklı olarak. Ve düşündükçe bulduklarıma inanamıyorum. Dehşetle fark ettiğim şeyler oluyor. Keyif aldığım ya da nefret ettiğim keşifler yapıyorum kendi içimde, geçmişimde, derinlerimde. Ama sonuçta keşfettiğim her şey beni gökyüzüne uzatıyor.

Farkındalık oluşturmakta bana yardımcı olan kitaplar, tanıdığım ya da hiç tanışmadığım insanlar var. Bu bir yol, hep devam edecek. Ama belli bir noktaya geldiğinde başına gelen olayları felaket gibi ya da mucize gibi görmeyi bırakıyorsun. Önceden felaket olarak yorumlayacağım, daha kötüsü olamaz diyeceğim, her şey bitti diye bakacağım olaylara şimdi çok daha farklı bir gözle bakıyorum. Cam gibidir, kırıldıkça çoğalır insan da. Tıpkı yol ayrımlarında olduğu gibi. Çoğaldıkça yol sayımız artar. Yolu çok olansa çıkmaza düşmez hiç, düşse de kolay olur çıkması. Yapması gereken tek şey önündeki yollardan birini seçmektir. Daha kolay seçer diğerlerinden. Ve bunun yanında kendine bakmayı biliyorsa çok şey görür, öğrenir. Önceden mucize diye yorumlayacağım, şans diyeceğim olayların aslında çok daha fazla yaşanabilir olduğunu biliyorum. Çünkü şans karşına çıkan fırsatları fark etme kapasitendir. Gözün kapalıyken olursa mucize olur, gözün açıksa her gün olabilir, çok sık olabilir. Gözünü açmaksa gerçekten çok zor. Önce cehenneme inmeli.

..Esin..

9 Nisan 2019 Salı

Engel mi?

Senin sadece çocuk olmanı istiyorum. Bugün olduğun şey. Yarın olacağın şeyle yarın sen ilgilen, ben kafa yormayayım istiyorum.

Ben kim olmak istiyorum ile Doruk'un kim olmasını istiyorum ya da daha doğrusu Doruk gelecekte kim olmayı ister sorularının cevaplarını sürekli karşılaştırıyorum. Seni olamadığım kişi yapmamak için. Nelerden hoşlanıyorsun, nelerden hoşlanmıyorsun, hangi alanlarda yeteneklisin, hangilerinde değilsin gördükçe not alıyorum. Seni yönlendirirken hata yapmamak için. Ki yapacağım ama en azından içim rahat olacak. Bu hatalar bencilliğimden değil iyi niyetimden kaynaklanacak. Arada kendimi kontrol de ediyorum tabi ki. Mesela bugün karate derslerine başlıyorsun. Ve ben buna karar verirken o notları çok kurcaladım. Yo yo, kendimi karate yaparken hayal edemiyorum. Ben tembel bir insanım (bu en sevdiğim etiketim). Hayal etmesi bile yorucu benim için. Evet, spor yapmanı istiyorum. Her şeyden önce sağlığın için sporu hayatına sokmak benim görevim bunu biliyorum. Ama sana futbol ne bileyim basketbol, ‘bol’la oynanan herhangi bir spor yap demiyor da seni karateye yönlendiriyorsam bu tamamen senin tercihindir. Çünkü notlarımda açık açık yazmışım ‘Yüzümü gözümü dağıtacak kadar güçlü, çok pis kafa atıyor.’ Bir de ‘İyi zıplıyor.’ var. Uzun atlama kursu olsaydı o da bir seçenek olurdu ama bulamadım. Neyse işte.. Kendi yapamadıklarım, ‘başkalarının çocukları’nın yaptıkları ya da o da vardı, bu da vardı, şunu da yapsa fena olmaz mıydı kafasına girmemek için.. Çok da bir şey yapmıyorum. Tek yaptığım sana bakmak. (Aslında seni felsefesi nedeniyle aikido yaparken hayal etmiştim ama onu da evin yakınında bulamadım.)

Ne güzel, ne keyifli yazmışım. Halbuki bu maceramız ne kadar da kısa sürdü. Öncelikle hocadan hoşlanmadım, çocuklarla nasıl iletişim kuracağını bilmiyordu, seni de korkuttu. Bir daha gitmedik oraya ama vazgeçmedim, araştırmaya devam ediyordum. Sonra doktora gittik ve hevesim kursağımda kaldı. Yo, kursağımda kalan karate yapamayacak olman değildi. Doktor dedi ki ‘sol kulağı duymuyor’. Öyle böyle değil neredeyse hiç duymuyor. Bazen beni duymamazlıktan geldiğinde sinirleniyordum ya, o duymamazlık kaldı kursağımda. Hala da kursağımda. Gider mi bilmem.

Doğduğunda yapılan işitme testlerinden dördüncü seferde geçtin, hiç de normal değilmiş ama normal dediler Türkiye’nin en iyi hastanelerinden birinde. Ve biz, inandık. Dört buçuk sene kaybettik. Nasıl anlamayız diye çok kızdık kendimize ama o kadar güzel konuşuyordun ki be çocuk, hiç belli etmedin. Kitap diliyle konuşuyor demişti doktorun, bebeciktin daha. Biz uyurken sen nelerin üstesinden gelmişsin.

Doktora giderken beş olmadan beşinci anestezisini almak zorunda kalmaz umarım diyordum. Hani iki çocuktan birine tüp takıyorlar ya artık, öyle olursa diye endişelenmiştim. Beş olmadan beşinci anesteziyi de aldın. Ama benim düşündüğüm kadar basit değilmiş. Düşündüğüm şey basitmiş meğer.

Şimdi.. Güçsüz olan kulağına robot takıyoruz ara ara, güçlensin diye. Güçlendiğine inanıyoruz. Ben hatta duyacağına da inanıyorum. Kızıyoruz birlikte kulağındaki güçsüzlüğe, git diyoruz, oğlumun güzel kulağını rahat bırak diyoruz. Diğer kulağına gözümüz gibi bakıyoruz, herhangi bir kulaktan daha kıymetli çünkü. O yüzden karate falan araştırmıyoruz. Daha birçok şeye dikkat etmek zorundayız.

Öğrendiğimizde dağıldım, evet. Ama artık başa geleni daha kolay kabul ediyorum. Daha kötüsü de var hayatta diyorum. Onları düşününce abartamıyorum. Önüme daha kolay bakabiliyorum. Bu süreçlerin beni bu noktaya getirmiş olmasına teşekkür ediyorum hatta. Oğluma her baktığımda daha çok şükrediyorum. O bu kadar minikken bu kadar güçlü durabiliyorsa, şikayet etmiyorsa sana ne oluyor diyorum kendime. Kontrolü eskisinden daha çok bırakıyorum ona, çünkü kontrol edemeyeceğimi artık çok iyi biliyorum. Kontrol etmeme gerek olmadığını da. Engellere hayatı boyunca inanmamış birisi olarak böyle davranmam gerek zaten. Engel olmamam gerek. Başka hiçbir şey engel değil çünkü.

Bir de her gece sen uyurken kulağına diyorum ki ‘Çok seviyorum seni. Senden asla vazgeçmeyeceğim. Sen çok kıymetlisin.’ Öylesin. Duysan da duymasan da.

..Annen..

4 Nisan 2019 Perşembe

Etiket Sorunsalı

Oğlum..

Sana yüklediğimiz, yükleyeceğimiz ve yükleneceğin bütün sosyal kimlikler için özür dilerim. Kendi yüklendiğim sosyal kimlikler yüzünden bazen öz kimliğini görmezden gelebiliyorum. Özür dilerim. Kendi öz kimliğimi bulmadan seni tam olarak göremeyeceğimi biliyorum. O yüzden kendimi arıyorum. Bulabilir miyim bilmiyorum ama sadece bu arayışın bile seni olduğun gibi görmeme, kabul etmeme yardımcı olduğunu düşünüyorum.

Hepimiz etrafımızın bizi şekillendirdiği insanları oynuyoruz. Bizden istenen bu ve biz de bunu yapıyoruz. Çocukluğumuzda bolca etiketleniyoruz ve o etiketlere inanıyoruz. Ben özümde kimim diye sormadan, sen busun dediklerinde kabul ediyoruz. Ve tam da o oluyoruz, başkalarının olduğumuza inandığı kişi. Şanslı olan kimilerimiz çok geç olmadan bunun farkına varıp düzeltmek için çaba harcayabiliyor. Kimileriyse çok geç fark ediyor ya da fark etmeden yaşayıp ölüyor. Ben hangi aşamada fark ettiğimi, ne kadarını fark ettiğimi henüz bilmiyorum. Mesela bana sayısalcısın dediler, sayısalcıyım dedim, mühendis oldum. Çok mutsuzum. Mesleğimi sevmiyorum. Ve matematiğinin iyi olmasının sayısalcı olmak demek olmadığını artık çok iyi biliyorum. Bazen sana karşı aynı şeyi yaparken buluyorum kendimi. Doruk spor yapmayı çok sevmiyor, sanatsal etkinlikler daha çok ilgisini çekiyor diyorum. Hem de senin yanında. Hem de bu kadar küçücükken. Sporcu olma ihtimalini alıyorum elinden, sporu sevme ihtimalini de. Bunu yaptığımı fark edip kendimi düzeltmeye çalışıyorum ama yapabiliyor muyum bilmiyorum. Sporu sevmeyen Doruk, sanatı seven Doruk, o Doruk, bu Doruk... Sana yakıştırdığım, sana yapıştırdığım tüm etiketler için özür dilerim. Bunlar bir gün senin sosyal kimliklerini oluşturacaklar, biliyorum. Ne olduğuna inanırsa o olur insan. O yüzden kimseye hatta bana bile inanmamayı öğretmek istiyorum sana. Bir de kendini dinlemeyi. Kendi öz kimliğini görebilmeyi. Özünde yoksa hayatında da olmasın diye. Özünde varsa hayatın o olsun diye. Nasıl bilmiyorum ama deniyorum işte.

Özünü bulmana yardım edebilecek miyim birlikte yaşayıp göreceğiz. Ama sonuç ne olursa olsun bir gün diyeceğim ki: 'Git ve olmayı istediğin adamı boşver, olmanı istediğimiz adamı boşver! Olduğun adamı bul. Gerçekte olduğun adamı. Bütün sosyal kimliklerini bir kenara bırak ve öz kimliğini ara. Özünü bul.' Bulduğunda istekleriniz çakışıyorsa o zaman doğrusunu yapabilmişim diyebilirim ancak.

..Annen..