29 Aralık 2014 Pazartesi

D-Man Adım Adım

Hayatında kucağına bebek almamış, 4 kiloluk bebeğe bile dokunamayan bir kadının kucağına 2,7 kiloluk bir bebek verdiler. Ve o kadın anne oldu.

İçgüdüsel mi bilmiyorum, bebek bakımından hiç anlamasam da fiziksel bakım beni hiç zorlamadı. Karnını doyurdum, altını değiştirdim, yıkadım, uyuttum, büyüttüm ve hala büyütüyorum. İlk kez anne olan herkes gibi işte. Kendimle gurur da duydum tabi. Bu işin altından kalktıktan, alıştıktan sonra düşünmeye başladım. Doruk bebekti evet, ama oyuncak bir bebek değil kanlı canlı insan bebek. Fiziksel bakım yetersizdi. Bu işin ruhsal ve zihinsel bakımı da vardı. Ruhsal bakım konusu kolaydı aslında. Araştırmaya, fikir almaya niyetim yoktu. Ben onu koşulsuz severken, bu sevgiyle en doğru ruhsal bakımı yapacağımı biliyordum. 

Geriye zihinsel bakım kalıyordu. Bunu en doğru şekilde yapmak için araştırmaya başladım. Bir çok şey buldum tabiki. Adım adım da bu bulduklarımdan biriydi. Biraz kurcaladım ve doğru bir seçim olduğuna karar verdim. Psikolog ve pedagoglar tarafından hazırlanıyordu bir kere. İşi bilen birilerinin yani Doruk'u görmeden tanıyan kişilerin hazırlıyor olması beni etkileyen en önemli noktaydı. Hemen yorumları araştırdım. Kullanan annelerin çoğu memnundu ve tavsiye ediyordu. Eh, anneler de onaylıyorsa daha fazla düşünmeye gerek yoktu. Satın aldım.

Adım adım 9 aydan başlıyordu. Ama ben Doruk 7 aylıkken aldım. Bütün bebeklerin gelişimi aynı değil sonuçta. Bir konuda ileriyken başka bir konuda geri kalabiliyorlar. Erken başlamanın bir sakıncası olmaz diye düşündüm. Olmadı da. Yaklaşık bir ay tatile gittiğimiz bir dönemde kutumuz elimize ulaşmadığı için bir ay devam edemedik. Şimdi sadece bir ay önceden gidiyoruz. Doruk 10 aylık, 11. ayın kutusunu uyguluyoruz bu ay. Ve bunun Doruk'a uygun olduğunu düşünüyorum. 


 Adım adım'ın içeriğine gelince, her ay o aya uygun bir aktivite kitabı oluyor. Bu kitapta bebeğinizle oynayabileceğiniz; onun zihinsel, dil, kaba ve ince motor gelişimini destekleyecek oyunlar, tavsiyeler oluyor. Bu kadar değil aslında çünkü bebeğinizin karşılaşabileceği olumsuz durumlara güzel tepkiler vermesi için onu hazırlayacak etkinlikler de var. Mesela annesi işe giden bir bebeğin minik hikayesi gibi. Yani bebeğinizin duygusal, sosyal gelişimini de destekliyor. Bu kitap dışında yine ayına uygun bebek kitapları, kartlar, oyuncaklar ve hikayeler oluyor. Biz kartları ve oyuncakları çok beğeniyoruz. Kartlarla öğrenmesi keyifli olduğu için, oyuncaklar da ahşap ve sağlıklı olduğu için.


Bebek gelişimi dışında ebeveyn gelişimi için de her ay bir makale gönderiyorlar. Minik minik hediyeler de olabiliyor, boy cetveli gibi. Ama anne için en güzeli bebeğinin başardığını görmek oluyor. Hele de etkinliğin not kısmında bu ay yapmasını beklemeyin yazıyorsa. İnsan gurur duyuyor, bu benim akıllı bıdığım diyor. Kısacası Doruk ve annesi olarak biz Adım adım'ı seviyoruz ve düşünenlere tavsiye ediyoruz.





27 Aralık 2014 Cumartesi

Bir Lukapu Hikayesi

Hani şu bankalardan şunu yaptınız şurdan şu kadar indirim kazandınız mesajları gelir ya, ben hepsini okumadan silerim. Neyseki Gökhan okuyormuş da bu sayede Lukapu'yla tanıştık. Geçenlerde bana bir mail atmış 'Şuna bir bak istersen, Doruk için yapabiliriz' diye. Bakayım dedim. Ve sadece bakmak için girdiğim sitede kendimi fotokitap tasarlarken buldum. Zaten Doruk için sık sık fotokitap bastırmak gibi bir niyetim vardı. Çünkü çektiğimiz fotoğraflar harddiskte kalıyor ve hiçbir işe yaramıyordu. Tasarlaması ayrı keyifli, elimize ulaştıktan sonra 'kendi işimizi' görmesi ayrı keyifli. Eve gelen misafirlere göstermesi de keyifli olacak sanırım.

Peki neden Lukapu'yu yazma ihtiyacı duydum? Sonuçta fotokitap basan bir sürü yer var. Lukapu çünkü tasarımı kimseye bırakmıyorsunuz ve her şey istediğiniz gibi oluyor. Lukapu'nun size sunduğu bir çok tema arasından kendinize uygun olanı seçiyorsunuz ki o kadar tema arasından uygun bir tane mutlaka bulursunuz. Sonra eviriyorsunuz, çeviriyorsunuz, siliyorsunuz, ekliyorsunuz, yazıyorsunuz, büyütüp, küçültüyorsunuz. Sonsuz bir uzayda istediğiniz sayfaları oluşturuyorsunuz. Ve muhteşem bir hatıra (hediye de olabilir) çıkıyor ortaya.

Ben D-Man'in 2014 yılı için hazırladığım fotokitabın bazı sayfalarını paylaştım sizinle. Ama sitede bir çok örnek bulabilirsiniz.


Bu arada hazır bir tema kullanmış olsam da tasarımını kendim yaptığım için elime gelecek görselin nasıl olacağını biliyordum. Ama kalitesi konusunda hiçbir fikrim yoktu. Beklentimin üstünde bir iş çıkarmışlar. Teşekkür ediyorum. Ve tereddüt etmeden tasarıma başlamanızı tavsiye ediyorum.






24 Aralık 2014 Çarşamba

D-Man'in Menüsü

İnsan bazen ne yemek yapacağını bilemiyor. Birilerine ne yapsam acaba diye sormak eskilerde kaldı tabi. Hemen internete girip fikir alıyoruz artık. Ben de Doruk için geçen hafta yaptığım yemekleri listeledim. Doruk 10,5 aylık ve anne sütü alıyor.

Sabah kahvaltılarımız karışım kahvaltı veya krep oluyor. Akşam yatmadan önce de meyveli yoğurt yiyoruz.

Bir haftalık öğle ve akşam yemeklerimiz ise şöyle:

Pazartesi  : Sebzeli tarhana çorbası // Tavuklu kereviz püresi
Salı          : Balık çorbası // Köfte ve patates püresi
Çarşamba: Enginar çorbası // Kıymalı ıspanak
Perşembe : Erişteli yeşil mercimek // Balkabağı püresi ve çorba
Cuma       : Balık çorbası // Köfte ve patates püresi
Cumartesi: Sebzeli mercimek çorbası // Tavuklu pirinç pilavı ve çorba
Pazar        : Yoğurtlu çorba // Ciğerli bulgur pilavı ve çorba

Öğlen çorbanın yanında minik bir parça ekmek yediriyorum. Akşam çorba veriyorsam öğlenden kalma çorbasını veriyorum. Haftada iki kez balık çorbası yapmaya çalışıyorum ya da akşam fırında yapıp püreyle veriyorum (tabi taze balık bulabilirsem). Haftada iki akşam köfte yapıyorum, diğer yemekler değişiyor ama köfte hiç değişmiyor. Çorbalarda mevsim sebzelerini kullanmaya çalışıyorum. Karışık sebzeli tarhana ve mercimek çorbasını da her hafta mutlaka yapıyorum.

Doktorumuz sağolsun yemek konusunda bizi çok iyi yönlendirdi. Her ay listeye bir şeyler ekleye ekleye listemizi oldukça kabarttı. Ama ben bu yemek olayına şunu yapmalıyım, bu sebzeyi mutlaka yemeli, şunları asla yememeli diye bakmıyorum. Taze ve güzel bir şey bulduysam firsatı kaçırmıyorum hemen pişiriyorum ama bazen de tembelliğim tuttuysa şehriyeli tarhanayla geçiştirebiliyorum.

Bir de Doruk kolay kabız olan bir bebek. Gün içinde kuru meyve yedirmeye de özen gösteriyorum. Bunun için bebek marmelatı yapıyordum ama yedirmekte çok zorlanıyordum. Geçenlerde babam mevlevi tatlısı getirmiş, ondan esninlenerek bir tatlı yaptım ben de ve Doruk'a kuru meyve yedirebiliyorum artık. Onun da tarifini en kısa zamanda paylaşacağım.

Sevgiler.

23 Aralık 2014 Salı

Brokoli Borani

Bu yemeğin farklı bir ismi var mı bilmiyorum. Annem bunu sadece karnabaharla yapar ve adına da borani der. Brokoli herkesin sevdiği bir sebze değil, malum. Doruk doğmadan önce eşim yesin diye karnabahara karıştırarak borani yapardım. Şimdi de Doruk için yapıyorum.

Tarifi şöyle: Karnabahar ve brokoli haşlanır. Yiyeceğimiz kadarı çatalla ezilir. Üzerine bir yumurta kırılır, bir kaşık da un eklenir. Miktara göre yumurta ve un da artırılabilir. Doruk için yaptığım zaman tam buğday unu kullanıyorum ve tuz koymuyorum. Karıştırıp, kaşık kaşık dökülerek zeytinyağında kızartılır. Üzerine tercihe göre sarımsaklı ya da sade yoğurt dökülür. İstenirse tereyağı kızdırılarak yoğurtun üzerine gezdirilir. Basit ve lezzetli.

19 Aralık 2014 Cuma

Helen Doron

Araştırınca neler görüyor insan. İngilizce öğrenme yaşı üç aylık bebelere kadar düşmüş. Anadilini konuşamayan hatta tepki bile vermeye başlamamış bebekler ikinci dil öğreniyor. Kulağa tuhaf geliyor ama gerçek bu. Doğru bu mu onu bilmiyorum.

Doruk insanları, kalabalığı seven bir bebek. Nerde gördü de sevmeye başladı ben de merak ediyorum ama eve biri geldiği zaman yakasına yapışıyor ve bırakmıyor. Gideceği zaman kıyametleri koparıyor. Her gün mutlaka dışarı çıkarmaya çalışıyorum ama genelde sitenin parkı ve sahasını ziyaret ediyoruz. Ve kışın buralarda inle cin top oynuyor. Hal böyle olunca Doruk'un başka çocuklarla vakit geçirebileceği, etkinleşebileceği oyun gruplarını araştırmaya başladım. Helen Doron mantıklı geldi. Hem keyifli vakit geçirip hem de İngilizceye kulak dolgunluğu olacaktı. Evet kulak dolgunluğu diyorum çünkü şu an İngilizce öğrenmesi için yanıp tutuşmuyorum. Her şeyin bir zamanı var bence. Önce anadilini düzgün bir şekilde öğrensin. İki dili harmanlayıp konuşmasını asla istemem. 

Dersler çok keyifli geçiyor. Birlikte şarkılar söyleyip, kitap okuyoruz. Tabiki biz bunu her gün kendi dilimizde yapıyoruz ama benim dışımda birileriyle vakit geçirmek Doruk için ayrıca keyifli ve verimli oluyor. Şarkıları her gün dinletmeyi öneriyorlar. Peki biz dinliyor muyuz? Hayır. Aklımıza gelirse belki. Bazı şarkıları zamanla ezberliyor insan. Dilime düştükçe ben söylüyorum işte. Eğleniyoruz bu bize yeter. Bebeklerin beyni her şeye çok açık. Eğlenirken öğrendiğimiz, aklımızda kalanlar da yanımıza kar kalacak haliyle. 

Peki üçüncü ayda başlamalı mı? Buna kesin yanıtı verecek kişi değilim tabiki ama bizimle birlikte derse katılan üç aylık bir bebek de var. Gözlemlerimden yola çıkarak söylüyorum ki üç ay çok erken. En azından tepki vermeye başlaması beklenmeli. Diğer çocuklarla kendi çapında iletişime geçebilmeli. Oturabilse, emekleyebilse çok daha iyi tabi. Bebekler ve çocuklar eğlenerek öğrenir ya ben üç aylık bebeğin orda eğlendiğini düşünmüyorum. İsteyen istediği ayda getirir bebeğini tabiki ama dersi gören birinin fikrini sormak isterseniz böyle.

Helen Doron'a gelince dil bilimci bir anne. Bebeklerin anadillerini tekrarla öğrendiğini farkedip, bunu ikinci bir dil için uygulayabileceği kendi adıyla geçen metodu geliştirmiş. Evet, en önemli şey tekrar. Her ders bir şeyler tekrar ediliyor ve biz her ne kadar etmesek de metodun işe yaraması için evde de tekrar gerekiyor.

18 Aralık 2014 Perşembe

Sn Lohusayken

Şimdiki bana sorsanız hayatımın en güzel günleriydi der aslında o ilk annelik günleri için. Çünkü bünyem kötü anıları silmeye programlı. Bu hafta lohusa farkındalık haftasıymış. Ben de o günleri o günkü Esin'in gözünden anlatmaya çalışacağım. Bu konuda ne kadar başarılı olurum bilemiyorum. Çünkü o günlerle ilgili hatırladığım en net şey beynimin uyuşmuş olduğu, ruhumun da beynimden aşağı kalmadığı.

Aslında lohusayken insan farketmiyor. Ben hep böyleydim, farklı bir şey yaşamıyorum diyor ama dışarıdan bakınca kabusun içinde olduğunu dehşetle farkedebiliyorsun. Doğumdan sonra 40 gün boyunca annem yanımdaydı. Ama ben Doruk'la tek başıma ilgilendim. Neden sizce? Neden ben de bilmiyorum aslında. Tek başıma ilgilenmek zorunda olduğumu hissettim. O benim sorumluluğumdu. Altını başkası değiştiremezdi mesela. Her şeyi ben yapmak zorundaydım, hatta 5 dakika uyumaya bile hakkım yoktu. 40 bitince her şeyle ben ilgilendiğim, 'üstesinden gelebildiğim' için annem gitti.

Üstesinden gelebilmiş miydim peki? Evet, Doruk'un her ihtiyacı eksiksiz karşılanmıştı. Ama ben? Benim ihtiyaçlarım? Hadi canım, ne ihtiyacı? Anneydim ben ve benim hiçbir şeye ihtiyacım olamazdı.

Her bebek bir sıkıntıyla geliyor. Çok daha zorunu yaşayanlar var, biliyorum. Şikayet de etmedim hiç. Ama her annenin bir lohusa hikayesi vardır mutlaka. Küçük bir bebekti Doruk. 2700 gr. 3,5 kg'ın altında rahat ememezmiş bebekler. Tecrübeyle sabit. Ememediği için sağarak doyurdum karnını bir aydan uzun bir süre. Küçük olduğu için iki saatte bir. Her iki saatlik periyodumuz şöyle geçiyordu: Önce emmeyi öğrensin diye emzirmeye çalışıyordum. Sonra sağıyordum, göğüs çatlakları yüzünden ağlayarak. Sonra sağdığım sütü içirmek için uğraşıyordum. (Anne notu: Memeyi bırakmasın diye biberon vermememi söyledi doktor. Kaşıkla ya da kadehle vermeyi denedim bir süre. Olmadı. Mecbur biberonla verdim ama memeyi de bırakmadı. Emecek olan çocuk emiyor. Hatta keşke her gün en azından bir kez biberon vermeye devam etseymişim. Ek gıdaya başladığımız zaman biberon almadı çünkü.) Karnı doydu artık dinlenebilirim değil mi? Hayır. İki saat geçti bile. Haydi al baştan. Emzir, sağ, ağla, içir, emzir, sağ, ağla, içir... Arada annemin sütüm olsun diye ağzıma tıktığı şeyleri yiyip içiyorum ama sanırım o süreçte hiç tuvalete gitmedim ve uyumadım. Zombi Esin Doruk'un karnını doyuruyor maceramız Doruk bir gün 3,5 kilo olunca bitti. Emmeye başladı, ben tuvalete gittim ve hiç üç saatten uzun olmasa da uyudum. Beynimin uyuşuk olduğu o dönemde yaptığım hataları sonradan gördüm.

Lohusalıkla ilgili uyarılar bir işe yaramıyor. Yaramaması için uğraşan bir sürü etken var: hormonlar, yeni bir can, uykusuzluk, acı... Lohusayı uyarmanın bir anlamı yok o yüzden. Etrafındaki insanları uyarmak gerekli. Daha anlayışlı, daha sabırlı ve yardımcı olmaları konusunda. Bu dönemin kolay atlatılması ve kısa sürmesi için bu gerçekten çok önemli.

Sevgiler.

Balkabağı Püresi

Balkabağı Karadeniz'de bolca bulunur. E haliyle kabak tatlısı da bol bol tüketilir. Annem de çok güzel yapar. Ama ben bugüne kadar yapmayı hiç denemedim. Hazır yemek güzel oluyor tabi. Denemeyi de düşünmedim aslında.

Anne olunca her şey değişiyor ya. İnsan kendi için yapmaya üşendiklerini bebeği için hiç gocunmadan yapıyor. Gerçi yaptıktan sonra gördüm ki hiç de üşenilecek bir şey değilmiş. Hele de bebek için minik bir parça pişirecekseniz. 

Benim bıdık pek bir şey yemediği için sevdiği şeyi bulunca mutlu oluyorum. Balkabağı da o nadir şeylerden biri. Çok besleyici olması da ayrı bir mutluluk kaynağı. Demir, kalsiyum ve A vitamini açısından çok zengin. Ve bildiğim kadarıyla lif deposu. Kabızlık problemi yaşayan bebiklere yapmanızı tavsiye ederim.

Yapılışına gelince cidden çok kolay. İhtiyacınızı görecek kadar balkabağını alın, soyun, yıkayın. Sığabileceği bir tencereye tek kat olacak şekilde dizin. Yarısına gelecek kadar su ekleyin ve suyu çekene kadar pişirin. Püre haline getirdikten sonra tatlandırmak için pekmez ve fındık ekliyorum ben. Eğer kendiniz için kabak tatlısı yapacaksanız suyu kaynadıktan sonra şekerini ilave edip yine suyunu çekene kadar pişirmeye devam edebilirsiniz. İşte bu kadar!

16 Aralık 2014 Salı

D-Man Alaçatı'da


Daha sabah olmadı. Yok, ben acıktığımdan falan uyanmadım. Dişim de çıkmıyor, uydurma. Bunlar uyandırdı beni. Bize de böyle anne baba denk geldi. Atsan atılmaz satsan satılmaz artık. Napıcam ben bunlarla? Huzurevine vereyim diyorum, huzurevine de almazlar ki bunları. İnsanda huzur falan bırakmazlar. Kocaman bir vapurdayız şu an. Bu saatte ne zorumuz var çözebilmiş değilim. Du bakim. Güzel kızlar var şurda. Neyse yeaa. Zaten uykum da yoktu. Aslında seviyorum ben bunları. Şşş kız, lüle baş sana diyorum. Adın ne senin? Ben Man, D-Man.





Heyy burası bi harika dostum. Bahçede kahvaltı keyfi diyip durdular yol boyunca. Valla da keyifliymiş. Kadın bu fotoğrafı küçük koyalım. Ağzımın etrafındaki yemekler görünmesin.







Ver yeaa biraz da ben oynayayım. Kız ver dedim. Saçın elime doğru uzanıyor bak. Kimse görmeden asılırım. Sonra da kendimi atarım yere. Beni itti derim. Serseriyim ben. Vermicen mi? Hmmm.. Oldu, ben gidiyorum o zaman.












Sana ver demiştim. Şimdi ben bunu bi güzel yiyim de gör. Sonra arar durursun. Oh olsun işte. Sen bunu hakettin.










Gitti mi gitti mi? Çıkabilir miyim? Yok valla ben yemedim. Ne yiycem onun oyuncağını yeaa? Kedi var. O yemiştir. Zaten sandalyeleri de hep tüy yapmış, kesin kedidir.





Çapulcu Doruk annesiyle çapullara bakarken pozu verelimmiş. Yok yeaa. Bi de ağzım açık çıksın da tam olsun bari. Şşş çektin mi yoksa? Bakmayın bu fotoğrafa, montaj bu. Ağzım açık falan değil yoksa. Hep bu kadının işleri. Neyse bari şurdan bi çapul ver de dişimi kaşıyim. Ver dedim kadın!







Kızın babasıyla tanışcaktık güya. Tüh. Uyuyakalmışız. Niye uyandırmadın beni kadın? Ne derdin var senin benle?

Neyse yeaa. İş işten geçti nasılsa. Ben biraz daa uyuyim.










Kız sinirlenmiş tabi. Haklı aslında. Aradı atar yaptı. Elinde buz kovasıyla bekliyormuş beni. Napıcaksa artık.









Uyuyakalmışım napim. Seviyoruz dedik nafile. Buz kovasını bırakmıycakmış elinden. Çok da tın. Daha yaşım genç benim.








Farkında değilmişim gibi çek kadın. Dur şu şapkayı da takim, yakışıyor bana. Ama sonra hemen çıkarırım ona göre. Huyluyum ben. Takmam kafama bişe. Çektin mi çektin mi? Alaçatı Sokakları'nda tagle beni, unutma. Sonra da şurda oturalım, güzel kızlar gördüm.







Biri yer biri bakar kıyamet bundan kopar bilmiyor musun kadın! Birazdan kıyamet kopacak. Demedi deme. Buldun güzel Ege mezelerini anca yiyorsun bana vermiyorsun. Ondan sonra da bu çocuk bişe yemiyor diye şikayet ediyorsun. Aç bırakıyorsun beni, açlıktan kendi ayağımı yiyorum. Görsün herkes. Bilsinler gerçekleri. Sonra gelip bana 'sen niye yemiyorsun' diye sormasın kimse.







Ne yani bunu mu yiycem ben şimdi? E bu pişmemiş. Ben pişirebilirim ama sıkıntı yok istediğin oysa. Mutfağa götürün beni. Acıktım zaten. Du bakim. Bu kabaktan boş ses geliyor kadın. Çürük bu. Yemem ben bunu. Garson abi, sen bana şu kabak çiçeği dolmalarından versen iki tane. Ama şu kadın görmesin. Söz, büyüyünce gelir öderim parasını.




Geçen sene Kurban Bayramı'nda annem bana hamileyken Alaçatı'ya gelmişler yine. Bu masada waffle yemişler ve benim adım ne olacak diye konuşmuşlar. Bir karara varmışlar mı sizce? Tabiki hayır. Bu sene Kurban Bayramı'nda benle birlikte gelmek istemiş. Aynı masada waffle yemek ve bu fotoğrafı çekmek için. O gördüğünüz kağıt var ya, onun üzerine isim yazıyorsunuz. Geçen sene Esin yazıyordu sadece. Bu sene Esin-Doruk yazıyor. Adımla burdayım işte.

Şimdi siz söyleyin o waffleda benim de hakkım yok mu? Yine götürdü tek başına kadın ya!




D-Man Büyükada'da

Bu kadın çıldırmış. Benle tek başına tatile gitmeye karar vermiş. Ne cesaret arkadaş. Neyseki abartmamış da yakında bir yerler ayarlamış. Büyükada'dayız. Melike teyzemin müsait olduğunu öğrenince onu aradım hemen. Bak dedim bu kadın kafayı yemiş, korkuyorum ben, sen de bizle gel yoksa başıma her an her şey gelebilir. Endişeliyim bu konuda. Canım, beni bu manyakla tek başına bırakmaya gönlü elvermedi tabi. O da geldi de derin bir nefes aldım. Odanın balkonunda oturdum manzarayı seyrediyorum gönül rahatlığıyla.





Denize geldik ama nasıl bir rüzgar var, nasıl bir dalga var anlatsam inanmazsınız. Karadeniz kızıyım ben diye hava atan annemin girmesiyle çıkması bir oldu. O çıkınca Melike teyzem de dalga beni etkilemez diye girdi, aynen çıktı. E hatunlar böyle yapınca karizmayı çizdirmeyeyim diye ben hiç girmedim. Uyuyormuş numarası yaptım. Bir hafta kaldık, son gün gelirken düzeldi deniz. O gün de biz girmedik, hıh. Ama adanın tadını çıkardık, dibine vurduk.






Rüzgar çarptıysa demek. Deli gibi uykum var. Bi de acayip bir sıcak var. Uyuyorum evet, çıkabilirsin odadan kadın. Çık işte, 5 dakika sonra gelirsin. 5 dakika bütün valizi boşaltmak için bana yeter heralde. Ya da dur şunu 10 dakika yapalım. Valizi boşalttıktan sonra uyku pozuna dönerim tekrar. Benim yaptığımı anlamaz. Uyuyodum, görmedim derim.






Yemiycem kadın. Sen dün ada waffle ı bensiz götürdün. Şimdi benle uğraşırsın böyle. 10 gün önce ek gıdaya başlamadın daha diyordun hadi. Şimdi bahanen de kalmadı. Obursun. Şişkosun. Kabul et. Waffle ını benle paylaşmak istemedin. Ben de bu tatsız tuzsuz şeyi yemeyerek protesto ediyorum seni. Ama madem yapmışsın ziyan olmasın. Şöyle biraz mıncıklıyim.

Melike'ciğim sen olmasan bunu da yaptırmazdım ben buna. Mızlanırdım sızlanırdım benle ilgilenmesi gerektiği için hiç bişe yapamazdı. Yatsın kalksın sana dua etsin. Ama sen gidince başbaşa kalacağız. O zaman göstereceğim ben ona. O waffle ı yemeden bu adadan dönmeyeceğim işte. Görürsün kadın!









Akşam oldu hüzünlendim ben yine. Şaka şaka keyfim yerinde, balık yemeye gidiyoruz. Babam da gelecek. İki tek atarız birlikte artık. Gülmiyim gülmiyim diyorum, tutamıyorum. Sür kadın. Meze de olcak mı ya? Mezesiz içemiyorum biliyorsun.








Tamam yeaa! Oturalım artık, balıklar da geldi. Du bakim. Ne gülüyorsun sen? Bişe mi var dişimde. Yoo dişim yok ki benim. Noluyo? Hee özledin sen beni. Oldu o zaman, oturalım hadi. Bak spotlar var orda. İkimiz de kabak gibi parlarız. Masada çekilsek? Şimdi burnuna dalacağım haberi yok.







Bi de burda acayip güzel kızlar var. E tabi benim de keyfim yerinde. İki şirinlik yapıyorum, hooop kucak. Yine gelelim buraya kadın. Sevdim ben burayı.



15 Aralık 2014 Pazartesi

İnsan Her Şeye Alışıyor

Son 10 gün nasıl geçti bilmiyorum. Zordu ve sürekli level atladık daha da zorlaştı. Kuzumun ameliyatında hissettiklerimi yazmıştım. Ertesi gün hastaneden çıktık. Benim sargılara alışmam 3 gün sürdü. 10 ay Doruk'a hiç ilaç vermediğim, sütümden geçmesin diye parasetamol bile içmediğim halde her gün kaşık kaşık ilaç verdim. Kaç şişe bitirdik hesaplamayı bile bıraktım. 

Sargılara alıştım, üst sargıların çıkarılacağı gün geldi. Meğerse sargılı hali çok rahatmış. Görmeyince için daha az acırmış. Bebeğimin nasıl acıdığını görünce paramparça oldum. Bakamadım bir süre. Ama çok kısa bir süre. Annesin işte. Bakımını yapacaksın, nazlayacaksın. Çok bir şey olduğu halde yok bir şey diyeceksin. Eh buna da alıştım. Bebek ya çabuk iyileşiyor aslında. Ne kadar kötü de olsa ilk halinden iyi olduğunu görünce tamam diyorsun, hepsi geçiyor işte.

Dün asıl sargı çıkarıldı. Çok korkuyordum. Doktorumuz daha önceden bizi uyarmıştı görüntü çok kötü olacak ama zamanla düzelecek diye. Dün sargıları çıkarmadan önce tekrar uyardı 'Dehşete kapılmayın'. Kapıldım. Gözlerim doldu, konuşamadım. Ama buna alışmam çok daha kısa sürdü. Çünkü kendimi çok daha kötüsüne hazırlamışım meğerse. Şimdi her şey normal gibi. 'Gibi' tabi. Normale dönmesi uzun zaman alacak. İnsan her şeye alışıyor. O yüzden bu bana normal geliyor. 

Hepsi geçecek, bir gün hepsini unutacağım. Unutamayacağım iki şey var sadece. Birincisi her level atlamada Doruk'un ağlaması ve dozunu her seferinde artırması. Nasıl canı yandı kim bilir. İkincisi de duyarlı komşularım. Sondanın takılı olduğu 8 gün boyunca altını tek başıma değiştiremedim. Gökhan olmadığı zaman mutlaka biri yardımıma koştu. Bu yazıyı okurlar mı bilemiyorum ama hepsine tekrar teşekkür ediyorum.

6 Aralık 2014 Cumartesi

Bir Parçam İçerde

"Bazen zaman durur... Önceden düşünüp düşünüp ağladığım gün geldi. Ama ağlamıyorum şimdi. Annelik böyle bir şey işte. En zayıf yanın en güçlü olmanı gerektirir, olursun!"

Yazmayı becerebiliyor muyum bilmiyorum ama yazmak beni müthiş rahatlatıyor. Bugün de canımın canını kollarımdan alıp götürdükleri an yazmaya başladım. Buna ihtiyacım vardı. Ellerimde yazacak güç yoktu ama aklımdan yazabiliyordum. Kağıda dökülmediği için neler yazdığımı hatırlamıyorum şimdi ama özü yukarıdaki satırlardı. Ağlamamak için, güçlü olmak için kendimi telkin ettiğim satırlar. İşe yaradı mı peki? Ne mümkün! Tabiki de ağladım. Zaten ağlamaya programlanmış bünyem, her zaman gözümün ucunda hazır bekleyen gözyaşlarını akıtıverdi.

Bir parçam içerde... Aklım, kalbim, ruhum yanında. Bir tek işe yaramaz bedenim eli kolu bağlı dışarda. Masaya yatmış uyuyan minicik bir beden, tıpkı annesi gibi eli kolu bağlı. Bağlı olmasa kaç yazar. Konuşup derdini anlatabilir mi, benden başka kim anlar onu? Engelleyebilir mi olanları, olacakları annesi bile yapamazken?

Beklemek hiç bu kadar zor olmamıştı. Zaman böylesine durmamıştı. Daha hamileyken beklemeye başladım bu günü. Çok düşündüm, hazırlamaya çalıştım kendimi. Hani zaman her şeyin ilacıydı? Hiç bilmiyormuşum gibi, yeni öğrenmişim gibi yaşıyorum bu anı. İliklerim acıyor. Kanım çekiliyor. Her şeyi duyuyorum. Zaman böylesine düşman olmamıştı.

Doruk ameliyathaneye girerken en şirin halini takınmıştı. Doktorunun elinden kalemini kaptı. Amcanın kucağına gitti, biraz şaşkındı ama gülüyordu. Gitti ve ben kaldım, sadece kaldım, boş kaldım, eksik kaldım. Doğduğundan beri en uzun ayrı kalma süremiz bir saat olmuştu. Sanırım bu rekora hazır değildim. Gökhan beni oyalamak için bir oyun verdi. İşe de yaradı, çünkü oynamasaydım o 4 saat 4 yıl gibi değil de 4bin yıl gibi geçecekti. Doruk çıktı hemşirenin kucağında sakindi, beni görünce ağlamaya başladı. Onunla birlikte aklım, kalbim, ruhum da geri geldi ve ben hepsinin ağırlığıyla çöktüm galiba. Ameliyat güzel geçmiş, ama bekleme işi bitmedi bizim için. İkinci ameliyatı bekleyeceğiz şimdi.

Destek olmak isteyenler gücenmesin. Annemi bile istemedim yanımda. Bazı şeylerin tesellisi olmaz. Herkes bilir bunu. Ama adettendir işte, tesellisi olmaya çalışılır. Özür dilerim herkesten. Ama kendimde değildim zaten. Ben en değerli parçamla içerdeydim. Aylar yıllar su gibi akar geçer ama anlar geçmek bilmez genelde. Dört saat kaç an yapıyor geçmek bilmeyen, hesaplayın işte. O zamanı yanımda harcamasını istemedim kimsenin. 

Ameliyat öncesi bir pedagoğa danıştık. Odayı mümkün olduğunca tanıdık bir ortama dönüştürmemizi, sevdiği oyuncakları getirmemizi, ilgisini çekecek sürprizler yapmamızı ve sadece anne babayı görmesini önerdi. Doruk'un etkilenmemesi için yapabileceğimiz şeyler bunlardı. Yakınlarımıza gelmemelerini söyledik. Farklı bir olay olduğunu düşünmemesi için bizden başka kimseyi görmemesi gerekiyordu. Peki farklı bir olay olduğunu anlamadı mı? Her şeyin farkında. Onu ameliyathanede bıraktım diye bana tavırlı. Hemşire gördüğü zaman kaçacak delik arıyor. Umarım zaman en azından buna çare olur.

Evet, oldu bitti. Doruk yanımda. Kokusuna ilaç karışmış kuzumun. Önümüzde zor geçecek günler var. Doruk bebek kokusuna dönecek. Her şey eskisi gibi olacak. Sonra al baştan. İsyan etmeden duramıyor insan. Neden benim kuzum? Neden?

Yaşamadığın korkuyu beklemesi kolaymış aslında. Zor demiştim ama asıl zoru neler yaşayacağını bilerek beklemek. Evet bu günü beklemek zordu ama daha önce böyle korkulabileceğini bilmiyordum, insanın bu kadar parçalanabileceğini bilmiyordum. Şimdi öğrendim ve neler yaşayacağımı bilerek yine bekliyorum. Hastane odasında Doruk uyuyor, ben hızlıca içimi dökeyim diye bu satırları yazıyorum ve bekliyorum.

5 Aralık 2014 Cuma

İlk Bayram

Aslında ilk bayramımız 23 Nisan'dı. Hem de Doruk'un kendi bayramı :) 23 Nisan'da bayramlıklarımızı giydik, gezmelere gittik tabiki ama anneanne, babaanne ve dedelerle bayram gibi geçirdiğimiz ilk bayramımızı anlatacağız burda. Şekerimin ilk Şeker bayramı...
 
Toplandık gidiyoruz gene. Valizler ortada, hazırlıklar başlamış. Noluyor kadın dedim, daha bir hafta olmadı geleli. Trabzon'a gidiyoruz dedi, şeker bayramı mıymış neymiş. Apar topar attılar beni uçağa gittik. Hayırlısı dedim.

Sabah bi uyandım evde şenlik var. Bizim kızlar bile gelmiş. Onları görünce sevindim tabi, şu benim şaşkın sevinmiş gülümsemem var ya hani onu takındım yüzüme. Bayramlaştım ben de herkesle, hiçbir şeyden eksik kalmam kesinlikle. Sonra kahvaltı yaptılar, ben baktım. Ayıp değil de ne? Yok daha ek gıdaya başlamamışız. Herkes toplanmış kahvaltı yapıyor, ben bakıyorum. Görürsün sen kadın. Sen ek gıdaya başlayınca ben yemiycem bu sefer de. Uğraşıp duracaksın benle. Aha yazdım buraya!

Kahvaltı tamam. Büyük anneanneyi görmeye gittik. Değişik kadın. Sevdim. O da beni sevdi. Büyük teyze vardı bir de, onu da sevdim. Bakıştık baya. Isırcaktım yanaklarından ama dişlerim olmadığı için sonraya erteledim. Bu büyük anneanne buralarda baya meşhur bi kadın anladığım kadarıyla. Muhtar falan heralde. Gelen giden bitmedi. Ben bittim. Dedem sonradan geldi, yapıştım yakasına. Götür beni burdan bu ne kalabalık yav!



Uzungöl'e götürdü bizi dedem. Aslan sütü içiyor. Ver dedim, biraz da ben içeyim. Anne sütü içiyorum ben de, hem de iyi içicilerdenim bak, boru değil dedim. Yok dedi. Ver şunu, bak valla çok içmiycem dedim. Vermedi. Ne kıymetli sütün varmış ya, ben de kendi sütümü içerim vermezsen verme.





 Ben sütümün derdine düşmüşüm. Bunlar bayram şekeri niyetine beni götürecekler. Yok yeaa! Birinin küpesine, öbürünün saçına başına daldım; savuşturdum. Kolay lokma mıyım ben?!








Akşam kendimi köyde buldum. Hem de Mataracı köyü. Benim adımı vermişler köye. Babam bana 'paşa' diyor. Demekki sebebi varmış. Buraların muhtarı da benmişsem demek.







Neyse ben yatıyorum artık. Yarın büyük babaanneyle dedeyi görmeye gidecekmişiz. Kusura bakmayın totomu döndüm size ama enerji toplamam lazım.Yarın neyle karşılaşacağımı bilmiyorum.







Fazla söze gerek yok. Dört nesil Mataracı'lar. Sadece kafamı kurcalayan bir konu var. Şimdi benim kaç tane dedem var? Her gittiğimiz yerde bir tane dedem çıkıyor. Başka var mı kadın?






Okan dayım. Biz de burda tanıştık. Ben doğmadan önce Trabzon'a taşınmış. Bu arada oturduğumuz yerde bir sürü saat var. Annem güzel diyor. Bence... Çok saçma.








Eser amcam. Gelmişken herkesle tanıştım. Ama en çok Eser amcayı sevdim. Hamağı var bi kere. 1-0 önde değil de ne?








Şeker bayramı dedin bana kadın. Bi çikolata da yemeyecek miydim? Tepemi attırma benim.

Şşşş kadın, çikolata gibi duruyor dimi? Bak aramızda. Kimse anlamasın demir olduğunu, senden bilirim. Sonra yok 'ahh saçım', yok 'ahh burnum' karışmam ben!