28 Mart 2019 Perşembe

GRİ

Üç ana renk var artık hayatımızda: Mavi, yeşil ve gri. Giderek grileşen mavi. Giderek grileşen yeşil. Ve giderek büyüyen gri. Hiç itiraf edilmemiş olsa da insanlığın en sevdiği renk GRİ.

İnşaat mühendisiyim ben. Ruhumla uzaktan yakından alakası olmayan bir meslek. Ama ben de ruhumu görmeye başlayana kadar bir süre gri için çalıştım. Artık çalışmıyorum. Yeşil için, mavi için çalışmanın yollarını arıyorum. Düşünüyorum. Kafa yoruyorum. Her insanın yapması gerekeni yapıyorum yani. Minik minik adımlar atıyorum belki ama büyük bir değişim için de insanların minik adımlarına ihtiyaç var zaten. Büyük bir değişim için oluşturulması gereken devlet politikasını insanların minik adımları fitilleyebilir ancak. Sonuçta arz-talep dünyasında yaşıyoruz. Ne talep ettiğimize çok dikkat etmeliyiz. Yeşil mi? Gri mi?

Peki mavi için yeşil için neler yapıyorum?

  • Daha önce evde zehirli kimyasalları kullanmayı bıraktığımı yazmıştım. Mevcut yeşile zarar vermemenin bir yolu bu.
  • Tüketim miktarımı azalttım. İhtiyacım olmayan hiçbir şeyi almıyorum artık. Sırf benim olsun istiyorum diye, keyfimden bir şeyler satın almıyorum. Çünkü satın aldığım ürünlerin yapım, nakliye ve kullanım aşamalarında tüketilen doğal kaynakları hesaba katmak zorunda hissediyorum.
  • Tüketim tarzımı değiştirdim. Yerel ve küçük üreticileri tercih etmeye çalışıyorum. Varsa yerlisini alıyorum. Dünyanın öbür ucundan gelen bir ürünün yolda tükettiği enerjiyi hesaba katıyorum. Çevreye duyarlı üreticileri arayıp buluyorum. Azlar belki ama varlar. Geri dönüştürülemeyen kargo poşetlerini kullanmamak için kargo paketi hazırlamaya ciddi zaman harcayan çok tatlı üreticiler var. Aldığı hammaddeyi çevreye duyarlı tedarikçilerden temin edebilmek için arayışını sürekli hale getiren çok dikkatli üreticiler var. Adil olalım, ürettiğimiz şeyi herkes kullanabilsin, herkes faydalanabilsin diye nasıl fiyat düşürürüz derdine düşen, maddi yetersizlik nedeniyle ulaşamayan insanlarla ürün tarifini paylaşan çok düşünceli üreticiler var. Arayınca buluyor insan.
  • Atıklarımı azalttım. Sıfır atık mertebesine ulaştığımı söyleyemem ama deniyorum en azından. Kompost yapılabilecek gıda atıklarımı organik gübre işi yapan bir arkadaşım için biriktiriyorum mesela. Bir ara evde yapmayı da denemiştim. Çöpe atmadan önce bunu yeniden değerlendirebilir miyim ya da değerlendirebilecek birini tanıyor muyum diye düşünüyorum. Evde fazlalık fikrinden çok hoşlanmadığım için gereksiz şeyleri bir gün işe yarar diye stoklayamıyorum asla ama tüketim azalınca çöp de azalıyor ister istemez. Eve giren miktarı düşünce çıkan miktarı da düşüyor doğal olarak. Atık miktarını azaltabilmek adına yapılabilecek çok ama çok basit şeyler var. Sadece dikkat etmek gerekiyor. Mesela bu yola girmeden önce ne kadar atık çıkardığını düşünmeden aldığımız kahve makinesini kullanmak yerine french presste demliyorum kahvemi. Eskiden her gün dolan çöp kutum artık haftada bir doluyor. İş yerinde de su için pet şişe almayı bıraktım, damacana alıyorum. Neredeyse hiç çöpüm olmuyor artık.
  • Ve geri dönüşüm. Geri dönüştürülebilir atıkları çok uzun zamandır ayırıyorum zaten ama geri dönüşümün de ciddi enerji gerektirdiğini düşününce geri dönüştürülebilir atıklarımı da azaltmayı deniyorum. AVM'leri, marketleri, alış veriş için dolaşmayı hiç sevmiyorum. O yüzden internet alışverişini kullanıyorum genellikle. İnternet alışverişi de çok fazla paket atığı çıkarıyor ne yazıkki. Geri dönüşüm atığını azaltabilmek için minimal paket kullanan üreticiler arıyorum. Bulsam da sıfırı yakalamak mümkün değil. Kullanılmış paketleri değerlendirebilecek birilerini bulamadım henüz çevremde ama arıyorum. Bulursam eğer geri dönüşüm atığım da ciddi oranda azalacak.

Ben mesleğim itibariyle bir ara griye çalışmış olduğumu kabul ediyorum. Mesleğimden bağımsız çalıştığım zamanlar olmadı mı peki? Hepimiz griye çalışıyoruz aslında. Kabul edelim. Yeşile, maviye sevgimiz lafta kalıyor. Lafta kalmasın diye yukarıda yazdığım şeyleri yapıyorum. Fazlasını yapabilmek için de arayış içindeyim. Peki ya siz? Bugün mavi ve yeşil için ne yaptınız? Ya gri için?

'Bazen hayret ediyorum, bu gezegenin neresinde yaşarsan yaşa, gökyüzü ve deniz mavi, toprak kahverengi, ağaçlar yeşil ve binalar gri.' Ara Güler

(Fotoğraf Buğday Derneği'nin çok severek kullandığım bez çantasından.)

..Esin..

18 Mart 2019 Pazartesi

Şu Kimyasal Meselesi

Parfüm, deterjan, temizlik malzemeleri, araba kokuları... Alerjik bünyem nedeniyle her zaman rahatsız ettiler beni aslında. Ama kimyasal maruziyetimi azaltmaya başladığımda yirmili yaşlarımın ortasındaydım. Ciddi oranda azaltmam ise hamileliğimde oldu. Son bir yıldır ise kimyasalı neredeyse tamamen çıkarttım hayatımdan. Neredeyse tamamen diyorum, çünkü tamamen çıkartmamız mümkün değil ve bence gerekmiyor da. Birincisi vücudumuz zaten kendi ürettiğimiz biyokimyasallarla dolu. Biz de kimyasalız yani. İkincisi bazı zararlı kimyasallar doğru dozlarda bir araya geldiğinde zararsız hale gelebiliyor (sabun gibi). Ve üçüncüsü bedenimizin tolore edebildiği kadar kimyasal almakta problem yok aslında, sorun o sınırı aştığımızda başlıyor. Önemli olan sonuçta vücudumuzda toksik kalıp kalmaması. Bu nedenle satın almayı bıraktığım kimyasallardan zararlı kimyasallar olarak söz edeceğim. Karbonatın da bir kimyasal olduğunu düşünürsek kimyasal konusunda obsesif hissetmek çok anlamlı gelmiyor bana.

Zararlı kimyasalları neden bıraktım? Evet, önce oğlumun sağlığı sonra kendi sağlığım için. Bu kadar mı peki? Hayır. Her ne kadar görmezden gelsek de hepimizin sağlığından çok daha önemli bir şey var aslında. O da doğanın sağlığı. Evde kullandığımız kimyasallarla kendimizden öte tüm dünyayı zehirlediğimizin farkına varmamız gerekiyor önce. Çamaşır için, bulaşık için kullandığımız deterjanlar giderlerden akıp giderek doğadan izole bir yerlerde saklanmıyor. Temizlik için klozete döktüğümüz çamaşır suyu sifona bastığımızda atomlarına parçalanarak yok olmuyor. Kullandığımız şampuan, duş jeli, el yıkama jeli, diş macunu bize yapışıp kalmıyor. Çok azı bize, hemen hepsi doğaya karışıyor. Hepsi yer altı sularına dönüşüyor. Doğayı zehirlemekle kalmıyoruz, doğadaki bütün canlıları da zehirliyoruz. Sonra bu zehirlediğimiz canlıların bir kısmını, bu kimyasal dolu atık suların kirlettiği doğada yetişen bitkileri, sebze ve meyveleri, o doğada beslenen, yaşayan hayvanları da yiyoruz hatta. Yine sonunda hem doğayı hem kendimizi zehirlemiş oluyoruz. Ve bu döngü hiç değişmiyor. Ama döngüdeki zehir miktarı her geçen gün giderek artıyor. Yani kullandığım kimyasal oranını hem ev haklının vücudunun tolore edebildiği hem de doğanın tolore edebildiği oranlara çekebilmek adına eve giren ve çıkan kimyasalları hassas bir özenle sorgulamaya başladım.

Artık çamaşır ve bulaşık deterjanlarımı, cif, temizlik sıvısı, sıvı sabun, şampuan ve diş macunumu kendim yapıyorum. İnternette bin tane tarif var, deneyerek herkes kendine uygun tarifleri bulabilir. Ben en basitlerini uyguluyorum genelde. Sürekli bir arayış içinde değilim yani. Bir tarif işe yaradıysa ikincisini denemiyorum. Evime giren kimyasallar çamaşır sodası, karbonat, boraks (sadece beyaz çamaşır deterjanında kullanıyorum), limon tuzu, oksijenli su, arap sabunu ve sabun. Bunlara ilaveten sirke, tuz, çivit tozu, zeytinyağı, hindistan cevizi yağı ve birkaç şişe aromaterapi yağıyla ev ve kişisel temizliğimizi gayet yeterli bir şekilde yapabiliyoruz.

Kimyasal konusunda kişisel bakım da önemli bir yerde duruyor tabi. İyi hissetmek için bakım ve makyaja karşı olmasam da bireysel olarak pek ilgi alanıma giren bir konu değil. Kendimi bildim bileli kullandığım 2-3 makyaj malzemem vardı ve onlar da düğünden düğüne kullanılırdı. Hamileliğimden beri içeriğini anlamadığım hiçbir ürünü eve sokmuyorum. Kutu kutu kremlerim yok. Göz kalemi, rimel, kapatıcı, güvenilir küçük üreticilerden temin ettiğim ya da evde bal mumu, zeytinyağı gibi doğal malzemelerle yaptığım krem ve deodorant dışında hiçbir bakım ürünüm yok. Çünkü fazlasına ihtiyacım da yok. Bu bakış açısını kazanmamda son birkaç senedir uygulamaya çalıştığım minimal yaşam tarzı da çok etkili oldu diyebilirim. İhtiyacımdan fazlasını almadığımda hatta mümkünse hiç almadığımda zehir de almamış oluyorum.

Ben doğal yaşam bloggerı değilim. Zaten doğal kelimesi de artık her yerde karşımıza çıktığı için çok itici geliyor bana. Doğal denen her şeyin doğal olmadığını biliyorum. Ben hatta blogger bile değilim. Burayı bana ait bir kutu gibi görüyorum, içimi döküyorum bazen, o kadar. Kimseye bir şey öğretme gibi bir derdim yok, birilerine öğretecek kadar da bilmiyorum zaten. Kendi arayışımdayım, kendi yolumdayım. Ama bu yazıyı birilerine bir şey öğretmek için yazıyorum, evet. Kullandığım ürün zararlıysa bana zararlı bakış açısını çok ama çok bencil buluyorum. O ürün hepimize zarar veriyor ve artık herkesin bunu anlaması gerekiyor.

..Esin..

11 Mart 2019 Pazartesi

Mutluyum, Mutlusun, Mutlu

Gitmek... Hep istediğimiz, hep hayalimiz. Uzaklaşmak, sıfırdan başlamak, hayatımızdaki bütün olumsuzlukları geride bırakıp en iyisini bulmak... Sanki giderken kendimizi bırakabilecekmişiz gibi ısrarla, inatla gitme hevesi. Kendimi de alıp götürürsem ne değişecek? Her şey, bütün anılar, bütün yaşanmışlıklar, hatta yaşanmamışlıklar, karakterim, öğrenilmiş bakış açım da kafamın içinde benimle gelmeyecek mi? Gitme hayali, gitme planlarına dönüşünce oturup bir liste yaptım. Hayatımda beni mutlu eden neler var yazdım. Ne çok şey varmış. İnanması çok zor ama bir listeyle aslında ne çok mutlu olduğumu gördüm. Geride bırakmak istemediğim, uzaklaşmak istemediğim, hepsini bırakıp sıfırdan başlamayı göze almak istemeyeceğim şeyleri fark ettim.

Kalem... Kağıt... Oturup hayatınızda sizi mutlu eden ya da etmesi gereken şeyleri yazın. Tek tek. Düşündüğünüzden çok daha fazla mutlu olduğunuzu göreceksiniz. Tek bir günü gözden geçirince bile insan hayatında şimdiye kadar farkında olmadığı kadar mutluluk kaynağı olduğunu fark edebiliyor.

Mutlu olup bilmeme gibi bir durum söz konusu olabilir mi? İnsan ne hissettiğini bilmez mi? Mutlu bir insan olmak için yirmidört saat kesintisiz mutluluk mu duymalıyız? Ve insan tek bir listeyle aydınlanabilir mi?

Bir kere şu konuda anlaşalım. Bütün duygular geçicidir ve kısa sürelidir. İyi ki de öyle. Yoksa mutluluğumuz gibi üzüntülerimiz de uzun sürerdi. Kendini dinlediğinde çok kısa bir süre içinde mutlu, kaygılı, üzgün, neşeli, kırgın, coşkulu... hissettiğini göreceksin. Mutlu, mutlu, mutlu değil ama mutlu, kaygılı, mutlu, yorgun, mutlu, mutlu... gibi bir sıklıkta mutlu hissediyorsanız, aslında mutlusunuz demektir. Kesintisiz hissetmediğimiz için mutlu olamadığımızı düşünüyoruz. İmkansızı istiyoruz. Duygular gelir geçer. Önemli olan ne sıklıkta geldiklerini fark etmek. Genel duygu durumumuzu anlamamızın yolu bu bence. En azından ben yolumu buldum. Size de tavsiye ederim.

Hayatınıza bir bakın, sizi mutlu eden neler var. Fark edin onları. O kadar minicik olabiliyorlar ki, gözden kaçırmayın. Ve dikkatinizi onlara verin. 

..Esin..