28 Aralık 2017 Perşembe

Çocuklu Misafir

Anne olmadan önce anlaşılamayanlar serisinde bir numaram olmasa da önde gidenlerden biri, bir yere misafirliğe gidince çocuğunu salan, yaptığı her şeyi görmezden gelen anneler ve babalardı. Bu nasıl ebeveynlik böyle, insan hiç mi ilgilenmez. Evin altını üstüne getirdi çocuk, gıkları çıkmıyor. Bu ne rahatlık, bu ne genişlik. Ben olsam... Bence hiç öyle demeyin. Bir yerden sonra kontrolü kaybedebiliyorsunuz, o yüzden boşverebiliyorsunuz. Boşvermek istemeseniz de körleşebiliyorsunuz.

Rahatsızlık verdiğimiz herkesten özür dileriz ama eve kapanmak istemiyoruz. Sizle görüşmeyi, iki çift muhabbeti seviyoruz. Ama bir yere gidince onu yapma, bunu yapma, oraya tutma, burayı açma demek çocuk için de ebeveyn için de çok yorucu, çok yıpratıcı. Çocuğu kollamaktan gezinin amacından sapıyoruz. O yüzden de işte böyle. Rahatsız olmayın, evi toparlamak en fazla 15 dakika sürer ama dostluklar baki kalır. Siz bize gelseniz daha mı iyi olur acaba derken hissettiklerim bunlar. Size gelirken ya da sizle bir yere giderken içim rahat olsun istiyorum, o kadar.

Şunu da itiraf edeyim: Birçok kişiyle sırf bu yüzden görüşmeyi ya da gidip gelmeyi kestiğim doğrudur. Doruk'un rahat olduğu evlere gidiyorum. O enerji patlaması yaşarken alttan alttan değil de gülümseyerek bakan insanları evime davet ediyorum. Dışarıda biriyle muhabbete daldığımda onu kollamayı akıl edebilecek insanlarla buluşuyorum.

Bu yazıdan şu anlaşılmasın: Doruk'la gelirsem evinizi dağıtmasına göz yumun. Yok daha neler. Her şeyi benden beklemeyin sadece. Ben daldıysam ya da önemsemediysem siz müdahale edin. Kırılmam, gücenmem. Tam aksine iş yükümü azaltıp rahat rahat kahve içmeme izin verdiğiniz için memnun olurum.

Ve çocukla evime gelirseniz rahat bırakın. Lütfen. Kendine zarar vermediği sürece sıkıntı yok. Karıştırmaması gereken yerde ben müdahale ederim. Alınmayın. Oturup rahat rahat kahvenizi için.

Oh be!

26 Aralık 2017 Salı

2017 Biter.. 2018







Bir şeylerden kısaca hayatından ‘biraz abartı olsa da’ memnun olmayıp her sene bir şeyleri değiştirmeyi hedefleyenlerden biri de benim. Pek bir şey değiştirmişliğim yok. Çünkü tembelim, kronik olarak başladığını yarım bırakma bozukluğu yaşıyorum. Bu sene 34 yaşım bitecek. Ve sanırım değiştirmem gereken şeyi buldum. 2018’den değişiklik istemiyorum. Elimde olanla ve olmayanla tam memnuniyet yaşamayı hedefliyorum. Olmazsa değişiklik yapamadığım bir yıl daha geçmiş olur. Yani önceki yıllardan farksız olarak. Pek de bir şey kaybetmemiş olurum. Ama olursa.. Denemeye değer bence. Bu sene ‘Şirinler mode on’. Hadi bakalım 🤔 







Bu not kenarda dursun bakalım. Seneye konuşuruz yine 😉


4 Ekim 2017 Çarşamba

Ağlamam Geçtiyse Senin Sayende..

Hipospadias ameliyat sayısını dörde tamamladık. Son olur diye umuyorum ama son diye kurulmuyorum bu sefer. Devamı gelecekse de beni hazırlıklı bulacak.

Çok kritik bir yaşta ameliyat oldu Doruk. Etkilenmesi, bilinçaltına atması muhtemel bir yaş. 3,5 yaş. Çok korktum bu yüzden ama korktuğum gibi olmadı. Kabul etmek lazım, çocuklar bizden daha güçlü. Tek yapmam gereken onu hazırlamakmış. Ben üstüme düşeni iyi yapmışım sanırım ki Doruk gerisini çok kolay getirdi.

Anlayabileceği yaştaysa çocuğunuza her şeyi anlatın. Ama her şeyi. Bildiği zaman korksa da başa çıkabiliyor. Bildiği zaman başa çıkınca kendine güveni de geliyor. Ben bir iki ay önceden Doruk'a her şeyi anlattım. Fistülün ne olduğunu, neden olmaması gerektiğini, doktor amcanın onu iyileştirmek için ameliyat etmesi gerektiğini, ameliyatta neler olacağını, ameliyattan sonra neler yaşayacağını, sonda takacağını, biraz rahatsız olacağını, hatta belki acıyacağını, ilaçlarını düzenli içerse geçeceğini, doktor amca sondayı çıkarana kadar hiç dokunmaması gerektiğini, sonra iyileşeceğini. Ara ara onun anlayacağı dille anlattım durdum. Ara ara o da başkalarına anlattı. Anladığını, kabul ettiğini gördüm.

Ameliyattan önce pedagoga da gittik, ama biraz geç kaldığımız için pedagog Doruk'la görüşecek vakit bulamadı. Biz görüştük, bazı tavsiyeler verdi. Korkup korkmadığını, ne kadar etkilendiğini anlamanın tek yolu oyun dedi. Oyunun her şey olduğunu biliyordum ama oyun oynarken Doruk'u nasıl anlayacağımı bilmiyordum. Onu anlattı. Birazdan uygulamamızı anlatacağım fikir vermesi için. Oyun dışında süreç normalmiş gibi davranmak gerekiyor. Çocuklar yaşadıklarını sadece kendileri mi yaşıyor yoksa herkesin mi başına geliyor bilmiyorlar. Bu yüzden herkesin yaşadığını düşündükleri şeyi daha kolay göğüslüyorlar. Ben öncesinde Doruk'a anlatırken ben de ameliyat oldum senin yaşında, şimdi geçti ama diye anlatmıştım mesela. Bunun onu doğru etkileyeceğini anlayınca hikayemi geliştirdim biraz daha. Kimsenin onun yanında ay yavrum, aman yavrum, yazık dememesi gerekiyor. Tabiki diyorlar. Dememeleri için hep çok iyi imajı yaratmaya çalıştım ben. Birisi diyecek olsa, geçti geçti teyzesi iyileşiyor artık diye bağırarak sesi bastırabiliyorsunuz :) Biz bu ameliyatta hastanede kalmadık. Ama kalınacak olursa uyku ritüellerini gerçekleştirmek gerekiyor. Diş fırçalama, kitap okuma gibi çocuk normalde uykudan önce ne yapıyorsa yapmalı yine.

Biraz da oyunumuzu anlatmak istiyorum. Doruk'un çok sevdiği bir oyuncak kedisi var. Tekir. Kedisine çorapla bir penis diktim, altına da küçük bir delik açtım. Doktorculuk oynarken Doruk'a getirdim. 'Doktor Bey kedim çişini yaparken şu delikten pıt pıt damla geliyor.' dedim. 'Ben doktoyum. Onu veteyineye götüy.' diye azarladı beni :) Sonra veterinere gittiğimi ama bu hastalığı ancak bir doktorun ameliyat ederek çözebileceğini söylediğini, o yüzden doktora geldiğimizi söyledim ve olay tamam. Kedisini ameliyat ettik. Önce patisine kelebek taktık, narkozla bayılttık, sonra sargı beziyle deliğini kapattık. Sonra da sondasını takıp uyandırdık. Gerçek malzemeler kullandık. Oyun sırasında kedicik doktor amcaya sordu sürekli, kelebeği takarken 'acısın mı', sonda takılıyken 'rahatsız olayım mı' diye. İşte çocuğun korkup korkmadığını bu soruların cevabından anlamamız gerekiyor. Acısın derse acıyacağını düşünüyor, kork derse korkuyor. Acısın derse 'ayy ayyy acıyacak' diye kediciği de korkutmak gerekiyor. Korksun derse korkup kaçırmak lazım mesela. Ama Doruk neyseki 'Acımayacak, Koykmana geyek yok kedicik, Geçti geçti' dediği için kolay oldu. Kediciğini de hastaneye götürdük. İyileşme sürecinde de beraber iyileştiler. Evde bir de gerçek kedimiz olduğu için onu ameliyat etmeye kalkmasın diye onun dişi olduğunu penisinin erkekler gibi dışarıya doğru değil içeriye doğru olduğunu da anlatmak zorunda kaldım :) 

Ameliyat sonrası için de pedagogun bir tavsiyesi vardı. Bizde gerek olmadı ama söyleyeyim yine de. Hastanede onu kötü etkileyen şeyleri oyunda canlandırıp gıcıklaştırma ve fiziksel tepki çocuğu rahatlatırmış. Mesela canını acıtan bir hemşireye ailecek saldırmak gibi :)) Oyunda tabiki.

Ameliyattan sonra bir hafta sonda takılı kaldı. Hareketli etkinliklerle yorarım, çok uyur diye düşünmüştüm ama sondadan rahatsız olduğu için çok hareketlenemedik. Elleri oyalayacak yeni oyuncaklar, etkinlikler biriktirmiştim öncesinde, onlar çok işe yaradı. Kesilebilir meyveler ve market kasası üç gün oyaladı. Eğer yoksa almanızı şiddetle tavsiye ederim. Etkinlik kitapları, tişört boyama, cam boyama, yeni traktörler, arabalar, yeni hamur oyuncakları, kitaplar derken bir hafta geçti. Zor zamanlar da oldu ama çocukların gücü her şeye yetiyor. O benden kolay atlattı. Hatta benim de atlamama yardımcı oldu. Ona onunla ne kadar çok gurur duyduğumu söyledim sürekli. Ben küçükken ameliyat olduğumda korkup çok ağlamıştım sondayı çıkarmaları için, ama sen çok güçlüsün dedim. Çünkü gerçekten gurur duydum onunla, çoğu yetişkinden daha metanetliydi. Benim bu sözleri yinelemem de gücünü toparlamasında yardımcı oldu. Şikayet edeceği zaman vazgeçti, sabretti.

Süreci bilinçli bir şekilde gözlemlemesine izin vermek gerekiyor. Kendisi gördükçe 'Anne bak iyileşiyorum' diye sevinince her şeyi bilmesinin kıymetini anlıyor insan. Anlatmasaydım, her şey sürpriz olsaydı ne olurdu? Doktordan korkardı, hemşireden korkardı, iğne görünce ağlamaya başlardı. Sargısını çıkarırken gözünü sıkıp beklemek yerine tepinerek ortalığı ayağa kaldırırdı. Öyle yapan çocukları izledik hastanede Doruk'la sakin sakin. Korkuyorlar diye anlattım, çok kolay olacağını bilmiyorlar, ama sen biliyorsun dedim. Kafasını salladı. Bu çok özel bir şey. Çok lüks. Ama hiç de zor değil ve bütün çocuklar bunu hakediyor. Şu anda büyüyünce ne olacaksın diye sorduğumda doktor olacağım diyor, çünkü insanlayı iyilestiymek istiyormuş. Umarım doktor olmaz ama sonuçta tüm yaşadıklarına rağmen doktorları seviyor :)

Bir de son olarak çocuk haklarıyla ilgili kısım var. Çocuğun bedenine ondan izinsiz bir şey yapamazsınız. Bu benim için çok önemli bir konu. Bu yüzden doktorundan ameliyattan önce Doruk'tan izin almasını isteyecektim. Sonra pedagogla konuşunca 'ya izin vermezse' dedi. Bunu hiç düşünmemiştim. Doruk'un hazır olduğunu düşündüğüm için bu ihtimal aklıma gelmemişti. Ama çocuk sonuçta son anda korkup fikrini değiştirirse daha kötü olabilirdi. Hasta olduğumuzda, korktuğumuzda biz yetişkinler bile birinin bize ne yapmamız gerektiğini söylemesini rahatlatıcı buluruz. Doruk yetişkin değil ve bu ameliyatı olmak zorunda. Onun yerine izni ben veriyorum şimdilik. O zaman nedenleri, sonuçları konuşup şimdi ameliyat olacaksın anlaştık mı demek en doğrusu. Şimdi şu nedenlerden şunları yapmalısın, şimdi şöyle olacak dişini sıkacaksın dedim süreç boyunca. İznini almak kafa karıştırıcı olabilir. Anlatmak yeterli. Yaşadığımdan biliyorum anlatmak gerçekten yeterli.

Sonda çıktıktan sonra bir haftalık hareketsizliğin sonunda doğal olarak bir enerji patlaması yaşıyoruz. Biraz hırçın, zarar veriyor bazen. Ama bu kadar şeye verdiği tepkiler normal bence. Geçecek bu da. Biliyorum. Haftaya pedagoga gideceğiz yine, Doruk'la oynayacak bu sefer. Bence iyi atlattık ama bir de onun okumasını istiyorum Doruk'u. Her şey yolunda diye düşünüp hayatının sonuna kadar yanında kalacak kötü bir anı saklamak istemem oğluma. O yüzden uzmanına da soracağım tabiki. 


Bu süreçten geçen annelere sabır diliyorum. Çocuklarınıza güvenin, inanın. Gücünüz biterse onlardan güç alacaksınız.

29 Ağustos 2017 Salı

Doğu Ekspresi İle Sarıkamış

Ne zamandır hayalimdi.. Doğu ekspresi..

Kış tatili mi yapsak muhabbeti Alpler'den başladı; Bulgaristan'a, Gürcistan'a kadar gitti. Ama bir şekilde Doğu ekspresine çevirdim konuyu ve herkes ikna oldu. Sonunda kendimizi trende bulduk.

Doruk'la nasıl oldu diye sorular geldi. Çok da güzel oldu, pek de güzel oldu. Nasıl olacak diye düşünürsen gidemeyebilirsin. O yüzden bunu aklımın ucundan bile geçirmiyorum. 'Harika olacak, Doruk bayılacak'tı başından beri aklımdan geçenler. Ki öyle de oldu.

Bir yataklı, bir kuşetli vagon aldık. İkisini de deneyimlemiş olduk. Yataklı vagon, odasındaki lavabosu ve daha az kişiye hizmet veren tuvaletleriyle daha konforlu. Kuşetli vagon da daha çok gençler tercih ettiği için daha renkli. İkisi arasında mekik dokumak ise en güzeli. Doruk yaşına daha yakın insanlar bulduğu için kuşetli vagonu daha çok sevdi. Bizim vagonu değil ama.. Abilerle ablaların vagonunu :) Bu arada küçük bir not düşmek istiyorum. Eğer giderseniz bloglardan okuyup görürsünüz, tren Erzurum'da durduğunda daha önceden ararsanız cağ kebabı alabiliyorsunuz. Gerçekten açsanız alın sadece. Yoksa pek bir anlamı yok.





Çok keyifli yolculuğumuz Sarıkamış'ta sona erdi. Biraz yorulmuş olabiliriz ama değmedi mi? Değdi. Bence herkes denemeli. 

Tren maceramız bitti, Sarıkamış macerası başladı.

Sarıkamış tek kelimeyle muhteşem. Kristal kar dünyada yalnızca iki yerde var. Biri Alpler, diğeri de Sarıkamış. Pırıl pırıl parlıyor. Ve düşünce çok acıtmıyor :)

Gökyüzü masmavi olduğunda en tepeye çıkıp yumuşacık karların üstüne yatıp seyredeceksin. Temiz havanın ve manzaranın tadını çıkaracaksın. Sonra da dünya varmış ya diyeceksin.

Sarıkamış'ta inince servisle otele gittik. Habitat Otel'de kaldık orda. Otelin sahibi Gülsüm Hanım müthiş tatlı bir insan. Hastalandığımda Doruk'la ilgilendi. Nasıl olduğumu takip etti. Ve gerçekten çok içtendi. Sarıkamış'a tekrar gideceğim muhakkak ve kalacağım yer de belli.

İlk gün Doruk'a kayak hocası tuttuk. Keyif alırsa tatil boyunca kaymayı öğrenir, biz de fırsattan istifade kayarız diye düşündük. Hocasının elini tuttu, "bis kaymaya gidiyoyus" diye arkasına bile bakmadan gitti :)

Biz de snowboard yaptık öğrenebildiğimiz kadarıyla. Aslında pek de zor değilmiş, ben bile yapabiliyorsam herkes yapar, inanın. Kendimi küçümsemek için söylemiyorum. Kasık fıtığı nedeniyle bütün okul yıllarım boyunca beden eğitimi derslerine bile giremedim ben. İki adım koşsam benim için spordu. Bu yüzden kaba motor beceriksiziyim. Ama yokuş boyunca hızlanarak ve de düşmeden kaymayı öğrendim iki günde. Bir de çok güzel düşüyorum, sanırım ilk öğrenilmesi gereken şeyi ben zaten biliyordum çok düşen bir insan olarak :) Bir dahaki sefere tam anlamıyla öğrenebilmek için kendim için de hoca tutacağım. Çok sardı, evet :)

Bir iki kaydık, telesiyejle yukarı çıkarken bir baktık Doruk hocasının kucağında otele dönüyor :) Bir buçuk saatte pestili çıkmış. Muhtemelen korkunca kasmıştır kendini. Üç yaş Doruk için erkenmiş, onu anladık. Sonraki günlerde biz dönüşümlü kayarak Doruk'la ilgilendik. Aslında otelde oyun odası varmış, ebeveynler kayarken çocukları oraya bırakabiliyormuş ama biz çok geç fark ettik. Zaten sonra hasta oldum, birilerinin benle ilgilenmesi gerekti :)


Yemek salonunda küçük bir sahne vardı. Doruk geldi gitti, baktı. Sonunda dayanamadı çıktı ve şarkısını söyledi. Bu senenin hitlerinden: Bak Postacı Geliyor :) Alkışını da alınca mahcup bir şımarması vardı ki sormayın.

Kars'a kadar gitmişken kaz eti de yedik tabi. Gerçekten çok güzel. Et sevmeyen biri olarak söylüyorum. Denemek lazım.








Çok keyifli bir tatildi benim için. Bir hayalimi gerçekleştirip bir korkumu yendim. Çocukla bir şeyler yapmaktan çekince duymayın. Biraz daha yorucu olabilir ama çoooook daha eğlenceli olduğunu unutmayın. 




27 Ağustos 2017 Pazar

Okullar Açılırken..

O kadar senem okulda geçti. Ama en iyi bildiklerimi, hiç unutmadıklarımı, en çok işime yarayanları, en sevdiklerimi hep kendi kendime, kendi merakım, kendi tecrübelerimle öğrendim.

Elimde olsa okulsuz eğitimi seçerdim senin için. Ama zorunlu eğitim diye bir şey var. Olmalı da zaten, çünkü bu ülkede okulsuz eğitim demek kız çocuklarını eve kapatmak demek olur. Olmaz yani. Olmamalı. Biz bir şekilde buluruz yolumuzu.

Henüz okula başlamadığın halde, ben o yolu aramaya başladım bile. Yarın bir gün okula başladığında hazırlıklı olacağım.

Okula başladığında sana her gün sormaya karar verdiğim bir soru var: Okulda bugün gerçekten merak ettiğin, hakkında daha fazla şey öğrenmek istediğin bir konu geçti mi? Çünkü merak ettiklerinin peşinden gitmeni sağlamak benim sorumluluğumda.

Merak ettiklerini bastırmak isteyecekler, merak ettiklerinin önemsiz olduğunu söyleyecekler, belki de hiçbir işine yaramayacağını. Bunlar işe yaramazsa merakını söndürmek için yanlış bilgi bile verebilirler, seni soğutmak için her şeyi yapacaklar. Çünkü buralarda okul böyle bir şey.

Ama ben her akşam yanında duracağım. "Neyi merak ettin? Boşver bu ödevleri, onlar çok bi işine yaramayacak, hadi gidip araştıralım." diye aklını çeleceğim. Oyun bozan değil de okul bozan olacağım. Çünkü bu oyun sadece senin. Öyle olmalı.

Sen kendini keşfe koşarken ben okulu tutacağım. 

Hiç merak etme!

..Annen..



Uğur Böceği Sevecen İle Salyangoz Tomurcuk


Kadıköy'de YKY kitabevinde çocuk kitaplarını inceliyordum. Bir baba yanıma yanaştı ve 'Ben de sizin gibi almadan önce okurum. İzin verirseniz birkaç kitap tavsiye etmek isterim' dedi. Atladım tabi, kızı Doruk'tan büyük, tecrübe konuşuyor. Tavsiye ettiği kitapların içinde Uğur Böceği Sevecen ile Salyangoz Tomurcuk serisi de vardı. Kızı çok seviyormuş. 

Önce okudum, sonra almaya karar verdim. Doruk da çok sevdi. Hemen her hafta iki ya da üç kitabını aldım. Yaklaşık yirmi beş kitap var ve biz seriyi tamamlamak üzereyiz. Etkinlik kitapları da var ama onları henüz almadık.

Her kitapta farklı bir konu işleniyor, yardımlaşmadan tutun gezegenlere kadar. Ama her kitapta sabit bir konu var ki o da arkadaşlık. Eğlenceli ve farklı kitaplar. Kitaplardan yeni bir oyun bile çıkardık. Doruk Tomurcuk oluyor bazen, ben de Sevecen oluyorum ve farklı maceralara açılıyoruz. Biz kitapların arkasındaki sırayı izleyerek okuduk ama her kitap farklı bir konu işlediği için sırayı takip etmeden de okuyabilirsiniz.

Çok sık olmasa da kitaplarda bazen hoşuma gitmeyen cümlelerle de karşılaştım. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim. Mesela 'kılıç erkeklere göre' gibi ayrımcı bir cümle kalmış aklımda. Aslında yazarın ayrımcı olmadığını belirteyim. Çünkü bir kitabında erkeklerin bebekle, kızların arabayla oynayabileceğini anlatıyordu. Sadece 'talihsiz' bazı cümleler var diyebilirim. Ama ben onları okumayarak ya da değiştirerek buldum çözümü.

İnternetten çok sık kitap alıyorum ama kitabevlerinin yerini tutmuyor. Kitabevinde almadan önce kitabı okuyabiliyorsunuz bir kere. Çocuk kitapları kısa olduğu için ben mutlaka okuyorum. Bir de bu etkileşim konusu var. Elinde çocuk kitabı varsa mutlaka birileriyle bir muhabbet doğuyor. Bir keresinde küçük bir kıza kitap bile okumuştum :) Sevecen ve Tomurcukla da bu sayede tanıştık, fena mı oldu! Size de tanışmanızı öneriyorum. 3-5 yaş grubuna hitap ediyor. 

Artvin'de

Trabzon'daydık. Kar yoktu. Karla oynamak istedik. Kalktık Artvin'e gittik.

Niyet bu olmasa da tam olarak böyle oldu. Göl yolu kapalıydı. Çıkar mıyız çıkamaz mıyız diye düşünürken Doruk'la biz karın tadını çıkardık. Doya doya oynadık. Sonuçta çıkamadık ama Artvin'e kadar gittiğimize de hiç pişman olmadık. Çok güzel bir pansiyonda kaldık orda. Gitmeden önce araştırıp bulmuştum. Meroli pansiyon. Sırf bu pansiyonda kalmak için gidilir diyemeyeceğim ama giderseniz göl yolu açık mı değil mi diye bakın ve açıksa Meroli pansiyon tavsiyem olsun.








23 Ağustos 2017 Çarşamba

Bir Garip Yönlendirme Meselesi

Doğru yönlendirilmemişlik sendromuyla yetişkinliklerinde bile yönlendirilmeyi bekleyen insanlar var. Hem de beklediğini farketmeden. Mesela bu insanlardan biri de benim. Kimsenin beni yönlendirmesine izin vermesem de içimde bir yerlerde yönlendirilmeyi bekliyorum. Belki çok geç, belki değil bilmiyorum ama yolumu bulmak için itilmeye ihtiyacım var, hissediyorum.

Doruk yetişkinliğinde böyle hissetsin istemiyorum. O yüzden çok dikkatli inceliyorum oğlumu. Ona sunacaklarım çok kıymetli biliyorum. Çünkü hayat çoğu zaman bize sunulandan ibarettir. Ya da biz öyle sanırız. Ona sunacağım ilk şey sunduklarımın çok kısıtlı olduğunu anlamasını sağlamak olacak. Oturup Truman Show'u izleyeceğiz birlikte bir gün ve diyeceğim ki: 

"Bize sunulan dünyanın gerçekliğini kabul ederiz. Sana sunabildiğim hayat bu. Kendimce, mümkün olduğunca renklendirmeye çalışsam da sandığın gibi hayat bundan ibaret değil."

Çünkü hayat bundan ibaret değil ve birisi bunu açık açık söylemezse farkına varması çok zor. Çoğu insan bunu keşfedemeden yaşıyor ve ölüyor. Bunu bilmesi cepte olacak.

Sonra onu keşfedebildiğim kadarıyla yönlendireceğim. Keşfedebildiğim kadarıyla diyorum çünkü insanı kendinden başkası keşfedemez bence. Henüz çok küçük biliyorum, zamanla değişebilir biliyorum ama gözüm üzerinde görmeye, anlamaya, tanımaya çalışıyorum oğlumu. Mesela top oynamayı hiç sevmiyor, spora yönlendireceğim diye basketbola, voleybola göndermemeliyim biliyorum. Resim yapmayı, şarkı söylemeyi seviyor mesela. Sözü ve müziği kendine ait şarkısı bile var :) Zaman ne gösterecek bilemem tabi ama şu an gördüğüm sanata yönlendirmenin doğru olabileceği.

Çocuğu sınıflandırmak kulağa çok büyük bir hata gibi geliyor, öyle değil mi? Oysa ebeveynlerin, öğretmenlerin her zaman yaptığı şey bu. Çocukları sayısalcı, sözelci diye sınıflandırmak. Mesela ben. İnşaat mühendisi oldum. Çünkü sayısalcıydım. Yani bana öylesin dediler ve bana sunulanı kabul ettim. Aklıma başka türlüsü gelmedi. Sadece yönlendirilebilir bir çocuktum. Kendimi çok uzun, çok çok uzun süre sayısalcı sandım. Halbuki matematik ve fen derslerinin iyi olması sayısalcı olmanı gerektirmiyor. Başka konularda daha iyi olabilirsin ve o şeyi daha çok sevebilirsin. Küçük ve kısıtlı imkanları olan bir yerde büyüdüğüm için biraz belki ama yönlendirilme sorunsalı yüzünden daha çok.. kendimi keşfedemedim. Hala keşfetmeye çabalıyorum. Tek bildiğim, ben kesinlikle sayısalcı değilim.

Şimdi bunu bile bile aynı hataya düşemem, düşmemeliyim. Mühendis anne ve babanın çocuğunun matematiği muhtemelen iyi olacaktır. Kendi kendine toplama yapmaya başladı bile. Ve ben biliyorum ki bu hiçbir şey demek değil ya da çok şey demek. Yapmam gereken tek yönlü karar vermemek ve diğer işaretleri gözlemlemek. En doğrusunu anlamaya çalışıp ona göre yönlendirmek ve kulağına "Senin için doğrusu bu olabilir ama olmayabilir de,  daha çok şey denemeye devam etmelisin ve en doğrusunu bulmalısın." diye fısıldamak. Belki içinde çılgın bir mobilyacı vardır ya da ne bileyim kasabada yaşamayı kentte olmaya tercih edecek çok mutlu bir çiftçi olacaktır.

Benim hiç aklıma gelmeyen, hatta hiç bilmediğim bir şey onun doğrusu, onun mutluluğu olabilir. Bunun farkındayım ve oğlumu bunu farketmesi için yönlendireceğim.

Bir de okul konusu var ki akla zarar. Henüz okul araştırmasına girmemiş olsam da etraftan bir kulak dolgunluğum var. Okulları genel olarak ikiye ayırabiliriz diye düşünüyorum: Sınav odaklı okullar ve sanat, spor, atölye gibi etkinliklere ağırlık veren çocuk odaklı okullar. Ben kuşkusuz çocuk odaklı bir okul seçeceğim. Sınav başarısı arka planda benim için. Ama ya sınavlarda başarılı olamazsa ve başarılı olamadığı için mutsuz olursa? Böyle olmaması için oğlumu çok iyi tanımam gerekiyor. Ve yanlış yönlendirmiş olma ihtimalimi göz ardı etmemem gerekiyor. Hayat benim sana gösterdiğim, sağladığım bir şey değil diye bağırmalıyım. Senin bulacağın, evirip çevireceğin, değiştirebileceğin elastik bir şey diye haykırmalıyım.

Öyle çünkü.




21 Ağustos 2017 Pazartesi

Bursa'da

Tam olarak kış bile değildi Bursa'ya gittiğimizde. Şimdiyse yaz bitti bitecek. Yeni yerlere gitmeden eski gezilerimizi not düşmek istedim. Sonra birikiyor, birikiyor yazamıyorum. Bir gezi yazarı değilim, sadece oğluma not düşüyorum. Bak küçücükken buralara gitmiştin diye. Bazı gezi yazılarım tavsiyelerle doludur, bu değil. Bursa'ya daha önce de gitmiştim, çok güzel bir şehir. Görülesi. Dediğim gibi bu sefer tavsiyem yok ama tavsiye etmediğim bir şey var: Bursa'ya Ekim'de gitmeyin. Çok yağmurlu olduğu için çok verimli gezemedik biz. Ama Bursa'ya taşınan bir arkadaşımızı ziyarete gittiğimiz için tarih böyle denk geldi.

Çok verimli gezemememizin bir nedeni daha vardı. Gittiğimiz gün Doruk hastalandı. Krup sendromu var oğlumda, iki senedir arada bir yokluyor ve tıkanıyor. Bursa'da da denk geldi. İlk akşamı hastanede geçirdik. İkinci gün neyse ki kendine geldi, yoksa geri dönmek zorunda kalacaktık.

Yağmura ve hastalığa rağmen inatla gezdik. Şehir merkezi, Cumalıkızık ve Uludağ. Cumalıkızık özetle iki yağmur arası bir yere sığınabilmek için koşturmacayla geçti. Doruk omuzlarda olduğundan ona çılgın bir macera gibi geldi, olan bizim omuzlarımıza oldu. 

Uludağ'da ise uçan trenle tanıştık. Bu gerçekten çok keyifliydi. Doruk kankaları Denis ve Banu'yla uçan trende hayretten bir karış açık ağızla giderken ben de manzaranın tadını çıkardım. Uludağ'ın muhteşem manzaralı bir köşesine gittik(!). Öve öve bitiremedikleri manzara sis manzarasıymış meğer. Sisten hiçbir şey görünmüyordu. Tavsiye yok demiştim ama ara bir mevsimde günübirlik Uludağ yaparsanız, teleferikten iner inmez kenarda pusuya yatmış dolmuşlara dünya para bayılıp Uludağ'ın balkonuna gitmeyin (gerçek adını hatırlamıyorum). Önce bir hava durumunu öğrenin. Sis varsa vaktinize yazık. Ama uçan trenler haftalarca dilinden düşmedi Doruk'un. Yine gitseydik keşşke :)

                                                                                                  Ekim 2016, Bursa

17 Ağustos 2017 Perşembe

Bugün De Karnım Doyacak

İşten geliyorum -ki ben beş gibi erken bir saatte çıkıyorum-, Doruk'u kreşten alıyorum. Eve girdiğimizde saat altı buçuğu geçiyor. Yemek hazırla, ye yedi buçuk sekiz. Doruk için yatmaya hazırlık vakti dokuz olmalı -olamıyor tabiki- çünkü diş fırçala, kitap oku, uykuya direnmesi falan uyuması onu bulur.

Arada yaşamaya kalan vaktimiz bir, taş çatlasın bir saat on beş dakika. İşte o bir saatte Doruk'la kek yapsak, çay demleyip bir dilim yesem diyorum, ertesi güne yemek de yapsam diyorum, biraz oyun oynasak şöyle aklımda başka bişey olmadan ama, biraz yürüyüş de fena olmaz, az bi kitap da okusam, azıcık ama gerçekten azıcık yazmaya çizmeye de vaktim olsa. Bu kadar! Şimdi soruyorum: Bunların hangisi lüks?

Bir insan yüzü görsem iki çift muhabbet etsem demedim, bu lüks mesela. Ya da şöyle mumları yaksam, hafif bir caz, bir kadeh şarap, az bi kafayı dinlesem demedim. Bu çok lüks çünkü. Dişimi fırçalayıp kafayı vursam yatsam, aşırı lüks. Yani ne mi anlatmaya çalışıyorum? Yok bişey. İyiyim. 

Sadece işten daha geç çıkanları düşünüyorum. Saat sabah sekiz, Doruk'u çoktan kreşe bıraktım, kahvaltısı bile tamam. Metrodayım. Güne çılgın yorgun başlıyorum ama çok şükür akşam eve gidince yemek yiyecek vaktim olacak.

8 Ağustos 2017 Salı

Sondan Önce

Bazen bir duygu yoğunluğuyla alıyorum kalemi elime. Yazdıkça geçecek gibi. Hafifleyecek sanki. Yine öyle bir ruh hali.

Yazdıkça geçmeyecek. Geçti sandıklarım geçmiyor bazen çünkü.

Umutlu hikayemi okuyup bana yazan, belki biraz umut biraz cesaret bekleyen anneler oldu. Size verdiğimi kırmak için yazmıyorum bunu. Evet, evet konu yine aynı. Hipospadias. Bitmeyen sınavım. Dördüncü ameliyat kapıda. Geçti sanmıştık, geçmemiş. Yaşanabilecek her türlü sorunu yaşamadan bitmezdi ya benim hikayelerim. Yanıltmadı yine. Bir tek fistül kalmıştı, o da benim bildiğim. Bir yıl gibi uzun bir süreden sonra geldi. 

Geçecek. Tabiki geçecek. Biraz zor olacak sadece. O son yazıyı yazacağım. Ama bir gün. Bugün değil.

Çok özür diliyorum. Çok daha zorlarını yaşayanlardan. Çözümsüzlüğünde sıkışanlardan. Ama kabul edin, dört yaşına gelmemiş bir çocuğun dördüncü ameliyatını olmak zorunda olması, hatta bunun son olduğunun bir garantisinin olmaması çok koyuyor be. Biraz isyan etmeye hakkım olduğunu düşünüyorum. Kime mi? Sadece kendime. Çünkü aptalım. Fazla erken kuruldum. Kafamda bitirdim. İçimi boşalttım. Sıfırladım. Kendimi bırakmasaydım yeniden güç toplamam gerekmeyecekti. Güçlüydüm çünkü. Esin'i aşmıştım bi kere. Temkinli olmalıydım, olmadım.

Hikayemi takip eden anneler var biliyorum. Kimseyi korkutmak değil niyetim. Herkesin hikayesi kendine. Umarım sizinki çok daha kısa sürer. Yaşamış biri olarak tüm kalbimle diliyorum bunu. İnsan her şeyi unutuyor, özellikle de kötülerini. Benim gibi hatırlamak zorunda kalmayın dileğim.

Bunları içimden atmalıydım sadece. Yarın daha güçlü olacağım. Olmak zorundayım çünkü. İçimden bin kere tekrar ettiğimi burda birkaç kez tekrar etmiş olmamın kusuru olmaz sanırım. Geçecek. Ve ben, benim hikayemin benzerini yaşayacak olanlar için tecrübelerimi yazacağım. O son yazıya kadar. 

Doruk 3,5 yaşında. 2 yaşına kadar bitmesiydi umudum. Bitmedi. Bu süreç için en zor yaşta. Etkilenmeden aşması için yaptıklarımı yazacağım. Doğruları yanlışlarıyla. Ama sonra.

Bebeğimin söylediği gibi 'Ağlamam geçsin önce.'

19 Temmuz 2017 Çarşamba

35 Yaş

Arkadaşımın 35. yaş gününden esinlenerek gelecekteki, çok çok yakın gelecekteki 35 yaşıma yazdım :)


Yaş 35 ama
Yolun başındayım daha.
Her gün yeniden doğacağım
Güneşle birlikte.
Keşfedecek çok şey var hala.
Kendimi keşfedeceğim mesela,
Zor iş.. Ona bir 35 yıl daha yetmez asla.
Yaşayacağım.
Yaşlanacak mıyım
Buruş buruş olabilecek miyim
Bilmiyorum.
Ama..
Yaşayacağım.
Her anıma 35 yaş sığdıracağım.
Anın değerini anlatacağım daha oğluma.
Yaşamın yıllara sığmayacağını
Bir ana ise
Birkaç ömür sığabileceğini.
Hayatın anlarda olduğunu
Anlarda bittiğini
Ama hayat bu ya
Hep yeniden başladığını.

Yaş 35 ya
Çocuğum hala.
Çünkü gerçek hayat kendini tanımaya başladıktan sonra.
Yani ben
Yeni başladım daha.
Yolun başındayım hala.
Yolum uzun olur mu bilmem ama
Renkli olacak mutlaka.
Boya kalemlerim elimde
Boyarım ben nasılsa.

O zaman
İyki doğdum.
İyki 35 oldum.
Kutlu olsun.
Mutlu olsun.

..Sn..

30 Haziran 2017 Cuma

Oğluma Mektup.. Evet, Bir Mektup Daha.

Başka insanların hayatına dokunuruz. Bilerek ya da bilmeden. Bazen dokunduğumuz yerde güller açar. Bazen de acıtırız, kanatırız. Gözümüzün önünde durur. Biz yapmışızdır. Ama farkında olmayız bazen.

Bazen dur, kendi hayatından uzaklaş ve dokunduğun hayatlara ver dikkatini. Çok küçük şeyleri büyüttüğümüz olmaz mı hepimizin? Dokunmadım bile dersin ama öyle olmayabilir bazen. Büyümüştür başkasının içinde, küçük bir dev olmuştur. Onun devi olmuştur. Dokunduklarını acıtmamak için bir şeyler yapmanı istiyorum senden. Kendi yolunda, kendi yolunla. Ben dokunduklarımın sayısını azalttım mesela, yakın durup dokunmamayı seçtiğim de oluyor bazen. Benim yolum, doğru olmayabilir. Ama benim yolum. Kendi yolunu bul, doğru veya değil. Her zaman doğru olanı yapmak zorunda değiliz çünkü. Çünkü doğru yoktur bazen ve doğrular her zaman değişkendir. Hem de her zaman.

Bunu da bir kenara yaz oğlum, gözünün önünde, aklının ucunda olsun. Doğrular değişir. Herkesin doğrusu farklıdır. Seninki en yakınındakinin yanına bile yaklaşamaz bazen. İnsanlara sadece kendi doğrularınla dokunma. Onların doğrularının farklı olabileceğini unutma. Aslında yanlış olsalar bile. Kimsenin hem de hiç kimsenin gerçekte neler yaşadığını bilemezsin, kimseyi gerçekten anlayamazsın. Yaşadıklarıyla bulur doğrusunu insan, yaşadığını sandığın şey yaşadığı şey olmayabilir. O yüzden doğrusunu bilemezsin, anlayamazsın. İşte bundan dolayı yargılayamazsın. Unutma.

Unutma, bazen insan kendi yaşadıklarını bile anlamlandıramıyor, kendi doğrularından bile emin olamıyor. Beni en çok tanıyan beni bile bilemiyorken, anlayamıyorken başkasını gerçekten anladığına inanma. Bu hataya hiçbir zaman düşme.

Biliyorum, düşeceksin. Her insan gibi, hepimiz gibi. O yüzden.. Dur. Hayatına dokunduğun insanları düşün. Belki telafi etme şansın vardır. Belki farklı bir şekilde yeniden dokunursun. Yaralarının üstünde güller açar.


..Annen..
30.06.2017

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Haftalık Kitap Köşemiz


Bir süredir haftalık okuyacağı kitapları Doruk kendi seçiyor. Ama kitaplığından değil. Kitapların hepsini görse hepsini okumak ister muhtemelen. Bu nedenle kitaplığının yerini bilmiyor. Mesela bu kitapları içinde astronot olan kitap okuyalım diyerek seçti. İçinde astonot olan kitabımız yoktu. Bu yüzden en yakın seçeneği ve serinin diğer kitaplarını çıkardım. 

"Aaa eveeeet. Bunu istemiştim." tepkisini vermesi için istediğinin olması gerekmiyor. Uzun süredir görmediği kitapları görmek yeterli oluyor.

Bu üç kitap en sevdiğim çocuk kitapları arasında. Çünkü sıkı bir fantastik edebiyat okuruyum. Bunlar da fantastik edebiyata giriş kitapları gibi :)

Aslında çoğu çocuk kitabı fantastiktir. Çocukların, hayal güçlerinin gelişmesi için gerçek üstü olaylar duymaları, gerçek üstü resimler görmeleri gerekir. Bu üç kitapta bu özellikler fazlasıyla mevcut. Bahçeye ekilen tohumlardan dinozorlar ve şeker ağaçları yetişir. Okula giderken birden araba havalanır ve Baybars kendini tuhaf bir gezegende, uzay okulunda buluverir. Kütüphanede bir şövalyeyle karşılaşır ve birlikte ejderha avına çıkarlar.

Macera seven çocuklar için bol aksiyonlu kitaplar diye tavsiye edebilirim. Dinozor, ejderha ve uzaylı seven çocuklar için özellikle de.

Bol kitaplı, bol okumalı haftalar dilerim..

D-Man Bayburt'ta

"Ben diye başlayan cümleleri sevmem ama.. Ben kindar bir insan değilim. 10-9-8.. 7 demeden kötü anıları silerim zihnimden. Unutmadığım kötü anı, affetmediğim insan sayısı çok azdır. Ama bugün anladım ki o çok az bile çokmuş, hayat çok azmış çünkü. Hiçbir zaman affedemeyeceğini düşündüğü insanı affetmek için geç kalabilirmiş insan meğer. Kırıldığım, kızdığım için sildiğim, karşılaşırsam söyleyeceklerimden korktuğum için kaçtığım birini gördüm bugün. O beni görmedi ama. Affettim hem de bir anda oluverdi, kırıldı kırgınlığım. Umarım kaçtığım için o da beni affetmiştir. Hayat çok az çünkü."

Doruk bugün ilk defa annesinin köyüne gitti. Trabzon'a dedelerini ziyarete gittiğimizde hiç aklımızda yokken köyde bulduk kendimizi.  Köyde bulduklarım bir bana dokundu, bir de Doruk'a dokunacak. Çünkü biraz büyüdüğünde hayatın ne kadar az olduğunu anlatacağım ona.


Bayburt'a gelince.. Çocukken babamla o dağ senin bu dağ benim gezerdik. Doruk'un da bu güzellikleri görmesini, yaşamasını istiyorum. Her fırsatta kendimizi babamın eline bırakıyoruz ve bir bakıyoruz dağlar dağlar..

Tatil, gezi plansız olmalı bana göre. Her zaman olmuyor ama olunca en güzeli o oluyor. Neden mi? 

Tekir kedi hiç aklında yokken dere kenarında gönlünce koşturup oynuyor. Dedenin tutacağı balıkları bekliyor. Üstüne dere suyunda mısır pişiriyor. Afiyetle yiyor.

Boşverin öğretmen evini arıcı bir arkadaşım var ona gidelim diyen dedenin sesiyle hayaller öğretmen eviyken gerçekler dağ evi oluveriyor. Hayat tam tersi değil midir çoğunlukla? Bu sefer öyle olmuyor ama.

Akşam tazecik sütümüzü içip gidiyoruz uyumaya. Ağzımızda artık o çok zor bulunan gerçek süt tadı ve etrafımızda ahşap kokusuyla dalıyoruz uykuya. Öyle bir sessizlik ki, içeriden gelen dedelerin derin konulardaki tartışma sesleri olmasa dünyanın dönüşünü duyacağız.

Çok dinç uyanıyoruz uykumuzdan, sanki yorgunluktan bayılanlar biz değilmişiz gibi. Ev sahibi amcanın bal gibi balıyla kahvaltı yapıyoruz. Yeni sağılan bal yemenin keyfine varıyoruz.


Sonra macera başlıyor. Anne oğul sabah yürüyüşüne çıkıyoruz. Biraz uzaklaşıyoruz. Üç yavru kangal bizden yemek istiyor. Tabi bunu daha sonra öğreniyoruz. Çünkü kangalın yavrusu da neredeyse benim boyum kadar. Bize saldırdıklarını düşünüyorum. Doruk benim korkumdan etkilenmesin diye şimdiye kadar çok iyi korkmuyormuş numarası yaptım ama şimdi üç kangalla burun burunayken ne mümkün. Bağırdım duyan olmadı, Doruk'a babaya doğru koş dedim beni bırakmadı. Kangallar üstümüze doğru yürürken mantıklı düşünebildiğime hala hayret ediyorum ama Doruk'un elinde kurabiye vardı, onu kaptığım gibi uzağa fırlattım. Kangallar ona bakarken fırsattan istifade Doruk kucağımda koşmaya başladım. Kangallardan yeterince uzaklaşınca durduk. Doruk da çok korkmuştu. Korkusu kalıcı olmasın diye korkmadığı ve sakin olduğu için teşekkür ettim. Köpeklerden korktuğumu ama onun cesaretinden güç aldığımı söyledim. Benim yanımda kalıp beni korumaya çalıştığı için nasıl mutlu olduğumu anlattım. Eve dönünceye kadar korkusunu unutmuştu. Ev sahibimiz de köpeklerin yavru olduğunu anlatıp Doruk'a eğlenceli videolarını izletince olaydan aklında kalan anne korktu ama ben korkmadım ve anneye cesaret verdim oldu :)

Böylece ayrılmadan önce tecrübeyle benim için çok değerli olan bir bilgi edinmiş oldum. Çocuklar unutmaya meyillidir ve konuşarak, olayın şeklini eğerek bükerek kötü olayları unutabilirler. Hatta hatırladıkları, aslında öyle olmasa da, güzel şeyler olabilir.


Eh Bayburt'a gidip klasik yayla turu kapanışımızı yapmadan olmazdı tabi. Yol kenarında dedeyle tak tak :)


(13-20 Eylül 2016)

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Özür..

Canım oğlum,

Seni okula göndermek zorunda olduğum için özür dilerim. Hem de bu kadar küçük bir yaşta. Sabah birlikte kahvaltı yapamadığımız için özür dilerim. Bundan nefret ediyorum, senin de nefret ettiğini biliyorum. Şimdi, en azından oyun oynadığını bilmenin rahatlığı içindeyim. Yarın bir gün örgün eğitimin içine girdiğinde, yani seni ellerimle hiç inanmadığım bir sistemin içine ittiğimde kendimden nefret edeceğimi biliyorum. Oyun oynaman, doğayla iç içe olman, meraklarının, karakterinin peşinden koşman gereken zamanı (çocukluğunun yarısından çoğu, bütün ergenliğin ve ilk gençliğin) kapalı bir sınıfta, aptal bir masanın başında geçirmeni asla ama asla istemediğimi bilmelisin. Okuyorum, araştırıyorum, düşünüyorum. Seni ve vicdanımı nasıl kurtarabilirim. Bir çözüm yolu bulamazsam diye şimdiden özür diliyorum senden. Senden çalmak zorunda kaldığım her saniye için beni affetmelisin. Böyle olmasını istemediğimi, beni aştığını bilmelisin.

Benim tutukluğumda hapsolmanı istemiyorum Doruk. Sen zincirlerini kırmalısın. Benim kadar geç kalmanı istemiyorum oğlum. En doğru zaman dündü, ikinci doğru şimdi. Hadi.. Lütfen hadi git ve istediğin hayatı yaşa.


..Annen..

2 Mayıs 2017 Salı

Bir Mektup Daha.. Seçimlerim Hakkında

Doruk'a..


Senin için seçimler yapmak zorunda olmak çok korkutuyor beni. Sen olsan neyi seçerdin diye düşünüyorum ama çok da bir işe yaramıyor. Küçük adamın yetişkin halini tanımıyorum henüz. Ve ister istemez kendi tercihlerime kayıyorum. Ya da bazen daha da kötüsü elimde olmayan koşullarımız yüzünden kendi tercihimi bile seçemiyorum. Bunun farkında olmak inanılmaz şekilde rahatsızlık veriyor. Bir gün 'Böyle olmasını istemezdim.' demenden korkuyorum.

En doğrusunu seçmeye çalışıyorum. Ama en doğrusu nedir? Kime, neye göre en doğrusudur emin olamıyorum. Sadece birkaç yıl öncesinin kesin doğrularıyla bugünün doğruları arasında dağlar kadar fark varken yıllar sonra neyin doğru olacağını kestiremeyeceğimi çok iyi biliyorum. Buna bir de tek bir doğru olmadığını, kişiden kişiye değiştiğini eklersek nasıl bir çıkmazda hissettiğimi anlayacaksın. Yıllar sonra nasıl bir adam olacağını bilmediğim gibi sahip olduğun, sahip olduğumuz koşulları da bilmiyorum. O koşullarda neye ihtiyacın olacağını tahmin edemiyorum.

İşte.. Seçimlerimin senin için doğru olmadığını düşündüğünde bunları dikkate almanı istiyorum. Benim için hiç de kolay olmadığını bilmeni istiyorum.

Ve unutmanı istemediğim en önemli şey: Kendi seçimlerinin peşinden gitmek için asla geç değildir. Geçmişi, benim seçimlerimi değiştiremezsin belki ama bugün senin borun ötüyor. Seçimlerini özgürce yapabilirsin. Arkalarından gitmek için cesur ol, yeter.


..Annen..


22 Mart 2017 Çarşamba

Adı Neden Doruk'muş?

İsimlerin anlamlarına inanırım ben. Bir şeyi kırk kere söylersen olur ya işte adı gibi olur insan, bilirim. Mutlu koymak istedim adını, mutlu ol diye. Sadece benim istemem yetmedi. Doruk dedim sonra, doruklarda olmanı istediğimden değil, doruklarda yaşamanı istediğimden. Mutluluğun doruklarında mesela. Sevmediğimiz duyguların da dorukları olur tabi ama hepsine en doruk noktasından bakabilirsen hangilerinin yaşanası olduğunu öğrenirsin. Yaşanılası olanları yaşarsın.

Bunları neden yazıyorum biliyor musun? Bir gün unutursam hatırlat diye. Mutlu olmanın tek derdim olduğunu. Mutlu olmak değil de mutluluğu aramak diyelim aslında. Mutluluğu aradığın her yolda yanında olmam gerektiğini, destek olmam gerektiğini hatırlat bana. Unutabileceğimi görüyorum başka annelerin gözünde. Kimseden farkım yok çünkü, herkes kadar insan olduğum gibi her anne kadar anneyim ben de biliyorum.

Bugün metroda okul hakkında kızıyla konuşan anneyle göz göze gelmeye çalıştım. Benim dışarıdan ona bakabildiğim gibi kendi de bakabilsin istedim. Aklımdan yazdıklarımı okusun, benim gelecekte bir gün unutmaktan korktuğumu unuttuğunu anlasın, hatırlasın diye. Ama gözlerimiz değmedi birbirine. Onun kızı için değil senin için yazdığımı farkettim sonra. Daha çok erken biliyorum ama, işte unutmamak için not alıyorum buraya. Unutursam gözümün içine bak ve hatırlat diye:

Okula gitmek çocuklar için zorunlu, bu yüzden gitmek zorundasın. Ama okul bizim için asla ölçü olmayacak. Derslerinin iyi olması çok başarılı olduğunu ya da kötü olması yetersiz olduğunu göstermez. Sen kendine yetebilen bir çocuksun, bunu biliyorum ve daha önemli olan başka bir şey de yok. Derslerine çalışırsan sorumluluk bilincini takdir ederim sadece. Benim senden beklediğim tek bir şey var, o da okulun seni kısıtlamasına izin verme. Her zaman merak et, merak ettiğin şeyleri öğrenmek için çaba harca. Merak duyduğun şeyler okuldan bağımsız olabilir, olsun. Vazgeçme. Heyecanını asla kaybetme. Okuldan mezun olduğun kişi olmak zorunda değilsin, ne istersen onu olabilirsin. Biliyorum. Sana tüm ruhumla inanıyorum.



Yazdan Kalma

Neredeyse yaz geldi. 2016 yazından kalma, bol anıyla dolu Çıralı tatilimizi yazıya dökme zamanı geldi de geçti. Doruk’a kalsın diye yazıyorum bunları. O nedenle yazının hepsini okumak istemezsiniz diye sizle paylaşmak istediğim şeyi baştan yazıyorum. Ağustos sonu gibi Çıralı’ya tatile gidin. Hele çocuğunuz varsa mutlaka gidin. Caretta carettaların yumurtadan çıkma zamanı. Sabah erkenden kalkın ve bu muhteşem olayı tecrübe edin. Ruhumun bir köşesinde yer edinen nadir tecrübelerden biri oldu. Siz de yaşayın isterim, çocuklarınıza yaşatın isterim.

Ağustos sonu gittiğimiz Çıralı’da deniz kenarında bir bungalovda kaldık. Kaldığımız yerde çok tatlı bir insanla tanıştık, Mehmet abi. Doruk’un tatil dedesi. Daha önce de Çıralı’ya gitmiştik ama çok fazla gezmemiştik, deniz tatili olmuştu daha çok. Mehmet abi bize bir plan yaptı ve çok keyifli bir geziye dönüştü tatilimiz. Yine Mehmet abiden caretta caretta zamanı olduğunu öğrendik. Tesadüfen seçtiğimiz tarih çok büyük bir şans oldu bizim için. 


Sabah saat beşte kalkıp caretta carettaları izlemeye gittik. Anlatılmaz yaşanır diyorum sadece. Mucizevi bir şey. Kumun altından minicik kollarını bacaklarını çırparak çıkıyorlar ve içgüdüsel olarak denize doğru ilerliyorlar. Suyla ilk karşılaşma şokları ve bir an sonra pıtı pıtı yüzmeye başlamaları. "Kappullaların adı neydi? Kayetta kayettaydı dimi?" 2,5 yaşındaki oğlumun güne bu mucizeye tanıklık ederek uyanması kadar mutluluk verici bir şey olabilir mi?

Çıralı Olimpos'a çok yakın. Daha önce geldiğimizde sadece arabayla içinden geçtiğimiz Olimpos'a gidip antik kenti gezdik. Sonrasında da Phaselis antik kentine geçtik. Yörede çok fazla tarihi kalıntı var. Sadece deniz için  de gidilebilir Çıralı'ya ama yedi yirmidört güneşin altında yatmayı sevmeyen benim gibiler için etrafta gezilip görülebilecek bir çok yer var.

Hemen her tatilimizde bir ayak daha doğrusu ayakkabı ıslatma maceramız ve sonrasında tek ayakkabıyla "Bem masunum, yamlışlıkla oldu. Yoksa ayaamı öyle önüme gelen hey suya sokmaya bayılmıyoymuştum aslımda." pozumuz oluyor. Eh rutinler bazen güzel olabilir. Şimdiden bu ve buna benzer pozlardan bir albüm oluşturabilirim :) Ne yani? Olimpos'a kadar gitmişken ördekleri doyurmasa mıydı benim kuzum. Ördek attığı krakeri görmeyince ayağıyla ittiriverdi şöyle. O kadar.

Tatiller arkadaş olunca daha güzeldir. Bu da Luca, tatil arkadaşımız. Bu tatilde öğrendiğini umduğum en güzel şey, dilleri farklı olsa da insanların anlaşabileceği. Dil, din, ırk hikaye, kötü birileri tarafından yazılmış çok çirkin hikayeler hem de. Önemli olan insan. Umarım doğuştan bildiğini, büyüdükçe unutmazsın. Unutturmaya çalışan çok şey olacak çünkü, kişiler, olaylar olacak. Unutmamak için direnmeni umarım oğlum. 

Diliniz, dininiz, ırkınız farklı olduğu halde kumda oynadınız, arabalarınızı paylaştınız, atıştırmalıklarınızı paylaştınız, tekne turuna gittiniz ve çok güzel koylarda birlikte yüzdünüz. Neden yirmi otuz yıl sonra da aynı şeyleri yapamayasınız?

Ah! Bir de Luca, ailesi ve Mehmet abiyle Gelidonya Feneri maceramız oldu ki sanırım yapmasaydım olurdu dediğim tek şey bu. Çocukla gidilmez, hele "Anneee kucaanaaa" diyen çocukla hiç gidilmez. Belli bir yere kadar araçla gidip, sonra yürümek gerekiyor. Tırmanmak desem daha doğru olur. Sonuçta manzara harika ama manzaraya bakacak halim kalmadığından bir de dönüşü düşündüğümden manzaranın muhteşemliği dişimin kovuğuna yetmedi :)



Ertesi gün yine bir antik kent (Myra) ve müze gezisi olayına girdik ama annesinin hali olmadığından küçük adamım babasıyla takıldı daha çok.

Bütün bu geziler arasında kumun ve doğanın tadını çıkarmayı da ihmal etmedik. İlk gün Doruk'a saldıran horozun gittiğini öğrenince tavukların peşinden korkmadan koşabildik. Neyseki horoz fobisi oluşmadan geri dönmeyi başardık. Salıncakta sallandık, hamak keyfi yaptık. Sahilden topladığımız taşları boyayıp sonra sahile geri bıraktık. Bol bol yüzdük. Kumdan kale yapacak kadar ilerleyemesek de "bişeyler bişeyler" yaptık :)

Ve son gün.. Sabah erkenden kalktık, güneşin doğuşunu seyrettik, tembel bir caretta ile karşılaştık ve onu bir an önce suya atmak için çıldıran insanların elinden kurtardık. Geç saate kalan kaplumbağaları, yem olmasınlar diye, alıp gece bırakırlarmış suya, ikinci günümüz olduğu için tecrübeliydik. Mehmet abiyi aradık, kaplumbağayı alıp gidene kadar biz baktık. Gece suyla buluşmak üzere Mehmet abiye bıraktık sonra. Umarım hayatta kalmayı başarmıştır.

Bitti.





7 Şubat 2017 Salı

Üç

Nerden başlasam, nasıl anlatsam bilemiyorum. Daha dündü, basketbol topu yutmuş gibiydim. Karnımdaydın. Doğdun, basketbol topundan bile küçüktün. Şimdi... Üç oldun.

En sevdiğim kelimeydi 'yol'. Şimdi 'oğlum'dan sonra ikinci sırada. Sen benim en yeşil, en çiçekli yolum oldun. Yolun hep açık ve uzun olsun 'oğlum'. Baktığın yerde çiçekleri gör, çiçek yoksa çiçek ol. Arada bir dur, nefes al derin. Manzaranın tadına var. Manzara yoksa gözünü kapat, hayal et.

Bilen bilir fotoğraf çekmeyi çok severim. Peşini bırakmadığım tek hobidir fotoğrafçılık. Ama sen, en güzel manzaram olduğun halde fotoğrafını çekmeyi sevmiyorum pek. Kameranın ardından bakmak kendime haksızlıkmış gibi geliyor. Sana da. Çıplak gözle, bir karede değil de tüm görüş alanımda görmeliyim seni. Kameranın arkasında değil de önünde, oyunun içinde, senin yanında olmalıyım. Tıpkı dünyanın en güzel manzarasının hakettiği gibi. Fotoğraf çekmeye kapılıp karenin dışında olanları kaçırmaktan korkuyorum.


Canım oğlum.. Çok karışık bir dünyada, karmakarışık bir ülkede başladın hayata. Seçemediklerini düşünme ama, insan kendi şansıdır unutma. Ben en yakının olarak içindeki ışığı çok net görüyorum. Işığını bol tutmak için elimden geleni yapıyorum ama aslında her şey senin elinde. 'Sen' olduğun için, olduğun gibi doğduğun için şanslısın. En büyük şansını, kendini farket. Ve bunu kullan. İstediğin her şeyi yapabilirsin, istediğin her şey olabilirsin ve istediğin her yerde durabilirsin. Kendine güven. Ve..

Hayal et oğlum, hayallerinden vazgeçme.. İste, hep bir şeyler iste ama sakın bekleme. İstediğini almak için çalış, risk al. Risk almaktan korkma. 'Sen' her şeye yetersin. En büyük şansın hep içinde, hep seninle. Ben, seni hep en çok sevecek olan da her zaman arkandayım, istediğin an yanındayım. Nefes aldığım sürece, her nefesimde.

Doğum günün kutlu olsun oğlum. Doğum günün kutlu, mutlu olsun koca yürekli küçük adamım.

                                                                                                      ..Annen..

Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 
                                                                                   
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, 
yani, beyaz masadan, 
              bir daha kalkmamak ihtimali de var. 
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini 
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, 
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, 
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz 
                                en son ajans haberlerini. 
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, 
                               diyelim ki, cephedeyiz. 
Daha orda ilk hücumda, daha o gün 
                           yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. 
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, 
                        fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz 
                        belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. 
Diyelim ki hapisteyiz, 
yaşımız da elliye yakın, 
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. 
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, 
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla 
                                    yani, duvarın ardındaki dışarıyla. 
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım 
          hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 
                                                                      
Bu dünya soğuyacak, 
yıldızların arasında bir yıldız, 
                       hem de en ufacıklarından, 
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, 
                       yani bu koskocaman dünyamız. 
Bu dünya soğuyacak günün birinde, 
hatta bir buz yığını 
yahut ölü bir bulut gibi de değil, 
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak 
                       zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. 
Şimdiden çekilecek acısı bunun, 
duyulacak mahzunluğu şimdiden. 
Böylesine sevilecek bu dünya 
"Yaşadım" diyebilmen için... 
 
                                                            Nazım Hikmet