22 Haziran 2016 Çarşamba

Sade Olsun Lütfen

Descartes ne demiş? "Karmaşık şeylerin güzel olduğunu düşünmek insanların ortak yanlışıdır."

En sevdiğim sözlerden biridir. Karakter olarak oldukça sade bir insan sayılabilirim. Makyaj yapmam. Abartılı giyinmem. Fazla eşyaya katlanamam. Tüketim insanı olmadım hiç, alışveriş çılgını da. Şaşaalı hiçbir şeyi sevmem. Şık yerleri değil salaş olanları tercih ederim. Sıkıştırılmış, dolu doludan ziyade dolup taşan tatilleri değil de yavaşlatılmış tatilleri severim. Kalabalıktansa kendimle kalmayı isterim. Düşünce kirliliğine ise hiç tahammülüm yoktur, beynim çok konuşursa hemen uyur sustururum.

Kısacası tam olarak sade, minimalist çizgide durmasam da çok yakınında takıldığımı düşünmüşümdür hep.

Geçenlerde bir kitap okudum. Ve o çizgiye yakın durmamın aslında yeterli olmadığını anladım. Oğlum için çizginin tam üstüne çıkmalıymışım, buna bütün kalbimle ve mantığımla inandım. Neyseki sadelik huyum olduğundan zaten kendiliğinden belli bir aşama kaydetmişim ve işim çok da zor olmayacak sanırım.

Daha Sade Bir Hayat... Kitabı alıp tanıdığım bütün annelere göndereyim dedim önce. Sonra baktım ki büyümüşüz, listede çok anne var, vazgeçtim :) Yazayım dedim, herkes kendi alsın. Sadece anneler değil tabi, babalar da okusun.

Kitap adından da anlaşıldığı üzere çocuğun hayatını sadeleştirmenin önemini anlatıyor. Önemini anlatmakla kalmıyor, yöntemlerini de anlaşılır bir dille sıralıyor.

Çocuğumuzun hayatını neden sadeleştirmemiz gerekiyor? Kısaca bahsedeyim. Çünkü çok fazla şey (oyuncak, etkinlik, seçenek, bilgi, hız, ekran, kıyafet, kitap, hatta insan bile...) çocuklarda büyük bir stres yaratıyor. Çocukluk hızını yetişkin yaşam hızına uydurmak çok büyük bir haksızlık. Çocuk böyle bir karmaşanın içinde kendini olduğu gibi keşfedemiyor. Bizim ebeveynler olarak onlara, çocukluklarını yaşayabilecekleri zamanı ve mekanı sağlamamız gerekiyor. Bunun için de tek yapmamız gereken, hayatlarını sadeleştirmek.

Kitapta sadeleştirmeye ilk olarak bizi zorlamayacak şeylerden başlamamız tavsiye ediliyor. Mesela oyuncaklar başlangıç için iyi bir seçim diyor. Daha o bölümü okurken uyguladım ben bu sadeleştirmeyi. Zaten ortalıkta çok fazla oyuncak olmuyordu. Birini çıkarınca birini kesin kaldırıyordum ama bütün oyuncaklar Doruk'un bildiği ya da ulaşabildiği yerdeydi. Doruk uyuyunca oyuncaklarının yüzde seksenini kocaman bir koliye koyup kaldırdım. Saklamak istemediklerimi de verdim. Geriye kalanlardan 4-5 tanesini oyun odasında bıraktım. Diğerlerini arada değiştirmek için ulaşılabilir bir yere kaldırdım. Kitapta kaldırılacak ve kaldırılmayacak oyuncakları detaylı olarak anlatıyor ama aklımda kalan çocuğun değer verdiği oyuncakları, yapı oyuncaklarını ve sanat malzemelerini bırakmak gerektiği. Kaldırmadığım oyuncaklar şunlardı: Kepçe ve arabalarından kalabalık olmayacak ama oyun kurmaya yetecek bir azınlık, legolar, marangoz sehpası, müzik aletleri, bir iki peluş, mutfak, dinozor ve hayvanlardan oluşan minyatür oyuncaklar. Bunların bir kısmını odada bıraktım, diğerlerini dolaba kaldırdım. Ve Doruk'un günler sonra aradığı tek şey kıymetli dinozorları oldu ki onları da zaten en değerli oyuncaklarından olduğu için kaldırmamıştım. Başka bir şeyi kaldırıp onları çıkardım. Ben hiçbir zaman oyuncak dağına izin vermediğim halde kısmen yaşanan bu oyuncak azalması ne işe yaradı biliyor musunuz? Kendi kendine oyun kurup oynama süresi uzadı. Çocuğunuzun odasında minik bir dağ varsa kaldırın. Farkı görünce zaten kitabı okumak isteyeceksiniz.

Oyuncaklardan sonra sıra kitaplara geldi. Kitap sever bir annenin oğlunun haliyle yüz belki daha fazla kitabı olmuş ben farketmeden. Kitapları zaten ulaşamayacağı bir yerde saklıyordum. Her gün 5-6 kitap okuyorduk ve bu kitapları haftalık değiştiriyordum. Kitaplarını düzenleyip yerini değiştirdim. Artık kitapların yerini bilmiyor. Okuduğumuz kitap sayısını dörde düşürdüm, niyetim yavaş yavaş üçe inmek. Ve kitap seçimine özellikle dikkat etmeye başladım. Yoğun bilgi yüklemesi olmaması için bir bazen iki kitabı uzun hikayeli seçiyorum, diğerleri görsel ağırlıklı oluyor.

Kıyafete gelince zaten hiç ihtiyacından fazlasını almadım, hatıra sakladığım bir iki parça dışında küçüleni hemen veriyorum. Arada bir 'bunu mu bunu mu giymek istersin' diye sorsam da çoğu zaman seçenek sunmuyorum. Eh erkek çocuk rahatlığı da var, kabul ediyorum.

Kitap sadeleştirmeyle ilgili diğer bir aşama olarak ritmi anlatıyor uzun uzun. Çocuklar belli bir düzene, bir ritme sahip oldukları zaman kendilerini güvende hissediyorlar ve çocukluğunu kontrol etme çabasıyla harcamak yerine oyun ve keşfe odaklanabiliyorlar. Mesela ailecek yenilecek akşam yemeğinin ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Düzenin sağlanamadığı durumlarda da çocuğu önceden bilgilendirmenin gerekli olduğunu anlatıyor. Neyle karşılacağını bilmeyen çocuk, kontrolü ele geçirmeye çalışıyor ve evin küçük müdürünü oynayabiliyor. İş ve trafik hesaba katıldığında düzen biraz zor gibi gelebilir. Ama olabilecek çözüm önerileri üretilebiliyor mutlaka. Mesela Doruk annesi açısından şanslı bu konuda. Her akşam ve her hafta sonu birlikteyiz, net. Yemeklerimiz, hayatımız şimdilik düzenli gidiyor. Babasının ise çalışan olarak gösterdiği müthiş planlamayı oğlu için özel hayatına da uygulaması gerekiyor. Kitabı okumasını istedim, belki bunun ne kadar önemli olduğunu anlar okuduğu zaman.

En sevdiğim bölüm ise planlanmış aktivitelerle ilgili olanı. Doruk o kadar büyümedi henüz ama etrafa baktığım zaman çocukların neredeyse bizden daha yoğun olduğunu görüyorum. Biz ebeveynler müthiş bir yarış içindeyiz ve çocuklarımız da yarış atlarımız olmuş ne yazıkki. Neyseki hırsları ve egosu yerin dibinden çıkamamış bir insan olarak anneliğimde de yarışa giremedim. Oldum olası sınavlardan, yarışlardan nefret ettim ve hep kaçtım kendi yöntemlerimle. Doruk için de kaçacağım. Yani Doruk her gün bir kursa, bir derse katılmayacak, çılgınlar gibi derse boğulmayacak. Kendi isterse sabote edeceğim, edemezsem sınırlar koyacağım. Bakalım. Yanlış anlaşılmak istemem, hiç göndermeyeceğim demiyorum ama katıldığı etkinliklerin yanında boş zamanı olmasına dikkat edeceğim. Bu neden önemli biliyor musunuz? Çocuklar kendilerini kurslarda bulamazlar. Boş zamanlarında hayal kurarak, oyun oynayarak bulurlar. Canları sıkıldığında kendi yatkınlıklarını ve yeteneklerini keşfederler. Ve bu boş zamanlarda keşfettikleri özellikleri sonsuza kadar ceplerinde kalır. Çocukların üzerindeki baskıyı kaldırmak için de dolu dolu geçen günlerin sakin geçecek günlerle dengelenmesi gerekiyor zaten.

Belki en zor olanı fakat en gereklisi ise yetişkin hayatını filtrelemek. Ekranları, çocukları aşan konuları kısıtlamak. Daha az konuşmak, daha çok dinlemek. Ekran hep kısıtlıydı bizde zaten ama okuduktan sonra daha da azalttım. Ben zaten televizyon izlemem. Bazen Doruk'la film izliyoruz sadece. Ama kesin birlikte izliyoruz. Nemo mesela, en sevdiğimiz. Babası da o uyuduktan sonra izliyor izleyecekse. Bazen dışarı çıktığımızda durması için telefondan video izletiyorduk ama onu da bıraktım, sadece puzzle oynamasına izin veriyorum, o da kısıtlı. Çocuk sen oturmak istiyorsun diye oturmak zorunda değil. Çocuk bu, kuduracak. Kabul ettim. Oturmuyorsa oturmuyorum. Daha az konuşup daha çok dinledim hep ve bunun ne kadar doğru olduğunu biliyorum şimdi. Çocuğu ilgilendirmeyen şeyleri mümkün olduğunca onun yanında konuşmamak gerekiyor bir de. Yaşı küçük olduğu halde sırf anlayabiliyor diye yoğun bilgiye de boğmamak gerekiyor. Bu daha başarılı olmasından ziyade daha stresli olmasına neden oluyor çünkü.

Ve aslında sadece çocuklar için değil kendimiz için de sadeleştirmeliyiz hayatı. Kitabı okurken kendimi de düşündüm. Biraz sadelik yetmiyormuş bana. Çok sade olmalıymışım. Sadece sade olmalıymışım hatta. Benim öyle olmam da yetmiyormuş sanki. Herkesi sadeleştirmeliymişim hayatımdaki. Böyle hissediyorum. Sade olunca her şey daha güzel çünkü.



20 Haziran 2016 Pazartesi

Bu Hafta Neler Okuduk?

Artık kitap seçimlerinde sadece bir ya da iki ana kitap olmasına dikkat ediyorum. Diğerlerinin yoğun hikayelerinin olmamasına özen gösteriyorum. Dört tane uzun hikayeyle kafasını karıştırmaktansa bir ya da iki taneye yoğunlaşmasını daha doğru buluyorum. Böyle düşünmeye başlamamın bir sebebi var tabiki ama bu başka bir yazının konusu.

Marmelat ve Dört Mevsim bu haftaki ana kitaplarımızdan biri. Ella ve arkadaşı Maddy'nin kedisi Marmelat bir yıllığına giden Maddy'nin geri dönmesini beklerler. Bu bir yıl boyunca yaptıkları şeyler ve mevsim değişiklikleri keyifli bir dille anlatılmış kitapta. Kitabı almadan önce kapak resmini çok beğenmiştim. Kitabın genelinde çizimler çok başarılı. Doruk'un çok sevdiği kitaplardan birisi. 'Maymelatı okuyalım mı?' Okuyalım. Bence siz de okuyun.

İkinci ana kitabımız Ayıcık Nanu. Ayıcık Nanu cep kitap gibi küçük bir kitap ama hikayesi oldukça güzel. Nanu'nun annesi hastalanır ve bir süre hastanede kalması gerekir. Nanu annesini beklerken ona bir sürpriz hazırlamaya karar verir. Bahçelerine çiçekler eker, her gün onlarla ilgilenir ve babasına da annesinin yokluğunda yardımcı olur. Nanu hem annesini beklerken hem de çiçek yetiştirirken gösterdiği sabırla bize sabırlı olmamız gerektiğini öğretmeye çalışıyor. İkinci ya da üçüncü okumadan sonra Doruk ilk sayfasını açıp kendi okumaya başladı :) Ezberinden anladığım kadarıyla kitabı oldukça sevdi. 

Senin Gibi Olmak İstiyorum'da köpek kahramanımız köpek olmaktan sıkılmış, arkadaşı kedi gibi olmak istiyor. Kedi de ona kedi olmanın zorluklarından ve farklılıklarından bahsediyor. Kedileri tanıdığımız gibi herkesin olduğu gibi olması gerektiğini de görüyoruz.

Yavru Köpek National Geographic Kids'in topluca aldığım kitaplarından biri. Yavru köpeğin yaptığı hareketleri gösteriyor. Kısacık ve yorucu olmayan kitaplarımızdan biri.

10 Haziran 2016 Cuma

D-Man Karasu'da

Babam bir süre önce Karasu'dan ev aldı. Bizim evden iki saatte gidebiliyoruz. Yani İstanbul için çok kısa bir sürede. Bu en çok da Doruk'un işine yaradı. Dedesi sık sık geliyor ve birlikte vakit geçiriyorlar. En güzeli de Karasu'nun doğası bir harika. Deniz ve kum mu istiyorsun, yeşillik mi istiyorsun yoksa nehirde balık tutmak mı? Hepsi var. Bir de sahilde oldukça büyük ve bakımlı bir parkı var ki daha ne olsun.

19 Mayıs tatilini dört güne tamamlayıp babam da Karasu'dayken gidelim dedik. Doruk'un en keyifli tatili bu olmalı, çünkü döndükten sonraki gün kovasını küreğini alıp kapıya yapışmış "Kayasu'ya gidelim, dedenin ayabası vay, o bizi alıy." :) diye tutturmuş. Mürvet abla beni aradı ikna edemiyorum diye, Doruk ilk defa telefonla konuştu benle "Kayasu'ya gitcez dimi?" :)

Dedesinin kayığına bindik, kumda oynadık, piknik yaptık, köpekleri kovaladık, balık tuttuk, ağaçta sallandık... Kısa da olsa Doruk'la böylesi bir deneyim yaşadıktan sonra annelik hayatımdan neden tatmin olmadığımı anladım. Günün büyük bir bölümünde oyuncakla dolu eve kapatılmış bir çocukluk yaşamasını istemiyorum. Ama tam da öyle oluyor. Artık Karasu'ya daha sık giderek bu açığı kapatma şansım var neyseki. Bize bu şansı verdiği için de babama teşekkür ediyorum, Doruk ve kendi adıma.









7 Haziran 2016 Salı

Üst 'Level'

Canınız feci şekilde yanıyor, fiziksel olarak belki, içiniz acıyor ya da.

Hiç olmayacak, sizin başınıza asla gelmeyecek, aklınızın ucundan bile geçmeyecek bir olayın tam ortasındasınız, hem de başrol oyuncusu olarak.

Aklıma gelen hariç tutabileceğim tek şey evlat acısı...

Bunun dışında... Derin bir nefes alın, dilinizi ısırın. 'Level' atlamak üzeresiniz.

Çoğu insanın hayatı boyunca kazanamadığı bir yetiyi kazanabilmek için bir şansınız var: Kendinizi tanımak. Ama gerçekten tanımak. Ve çoğu insanın asla sahip olamadığı bir şansa sahipsiniz: Hayatınızı değiştirmek. Daha doğrusu yaşam şeklinizi değiştirmek. Kendi önceliklerinizi gözden geçirip, çok geç olduğunda muhtemelen pişman olacağınız birçok alışkanlığınızı yeniden yazmak. Çoğu insan hayatının anlamını sorgulamadan, öğrenmeden yaşıyor ve ölüyor. Kendini bilmeden bir ömür harcıyor. Sizin elinizdeyse bir fırsat var.

Biliyorum. İnsan isteyince başarıyor. Hem de her şeyi.

Biliyorum. Ben yaşadım. Yaşıyorum hala. Başıma gelen çok kötü bir olayın beni geliştirmesini, iyileştirmesini izliyorum hayretle. İşte ne biliyim, o olayı bilinçli yaşamaya çalışıyorum, kapanmamaya hatta daha çok açılmaya. Hala bitmedi. Hala devam ediyor bu iyileşme süreci. Karnım ağrıyor çoğu zaman, her şeyi midemde hissederim çünkü. Ama bu ağrıya minnet duyuyorum artık. Çünkü sıçrıyorum, ağrı olacak tabi. Bir üst 'level' e geçmek kolay değil. Zaman zaman dibi boyladığım da oluyor ama zıplamanın kuralı bu değil mi? Her seferinde daha yükseğe atlıyorum ve bunu farkediyorum. Kendimi bulmak için çabalıyorum ve yaşadığımız her şeyin fırsata dönüştürülebileceğine inanıyorum artık.

Bu dönüşümde anneliğin bana itici güç sağladığını da söylemeliyim. Ya kendimi ve dolayısıyla oğlumu karamsarlığa itecektim ya da farkındalığımı arttırıp bilinçli bir birey, bilinçli bir anne olacaktım. Bu ayrımı yapabildiğim için şükrediyorum. 

Kendini keşfetmek, bulmak hiç de kolay değil. İnsanı etkileyen veya engelleyen birçok şey var hayatta. Bazen 'ben' sandığımız şeyin bizimle hiç alakası olmayabiliyor. Yaşadığımız şeylere karşı bakış açımızı genişletince kendimizi daha rahat görüyoruz sanırım. Kendine dışardan bakabilmek lazım. Bunun için ille de kötü bir şey yaşamak gerekmiyordur sanırım. Ama insanın kendine kurduğu düzen kendi düzeni olmasa da bunu bozmak hiç kolay olmuyor. Ya da bozmak aklına bile gelmiyor. Bunu yapabilmek için cesaret gerekiyor ve bu cesareti başkalarında değil kendi içinde bulman gerekiyor. Ya durup dururken hadi deyip bir yerden başlayacaksın ya da dünya hazır başına yıkılmışken kendini yeniden yaratacaksın. Bu sefer kendin gibi yapacaksın ama.

Çok sevdiğim bir kitaptan çok beğendiğim bir cümle geliyor aklıma: 'Benimle ilgili hayallerin benim hayallerim değildi.' Kendinin olduğunu sandığın hayaller senin mi gerçekten? Bu sorunun cevabını gerçek hayallerin, gerçek kişiliğin ve gerçek benliğinle birlikte bulma şansına sahipsin şu an. Derin bir nefes al. Aramaya başla.

6 Haziran 2016 Pazartesi

Bu Hafta Bunları Okuduk


Evdeki Kim? Bu kitapta evdeki evcil hayvanın ne olduğunu tahmin etmeye çalışıyoruz. Her sayfada farklı bir hayvanın özelliğine atıfta bulunuluyor. İki yaş için uygun bir kitap, basit bir tahmin oyunu gibi. Çoğunlukla öyküsü olan kitapları tercih ediyoruz. Ama şimdi düşününce bunun benim tercihim olduğunu farkediyorum. Çünkü öyküsü olan kitapları okumak daha zevkli. Oysa Doruk bu tarz kitapları okumayı da seviyor.

Arda ile Paytak Gezmeye Gidiyor: Arda ile Paytak Kek Yapıyor kitabını beğenerek okuduğumuz için bu kitabı da aldık. Arda dedesiyle birlikte gezmeye gidiyor. Farklı yerlere gitmek istiyor ama dedesi mahallede kalalım diyor. Dedesiyle gezen Arda mahallesine farklı gözle bakıyor ve bu geziden çok keyif alıyor. Kabul edelim tüketim toplumunda hepimiz maymun iştahlı olmuşuz ve maymun iştahlı çocuklar yetiştirmek için elimizden geleni yapıyoruz. Başka şeyler, başka yerler hayal ederken önümüzdeki güzellikleri göremiyoruz bazen. Bu kitapta elindekine bakmayı unutma diyor, dikkatli bakarsan, çevreni farkedersen güzellikleri görebilirsin diyor. Ben kitabı çok sevdim, Doruk da sevdi. O zaman, tavsiye ediyorum.

Dikkat! Bu Kütüphanede Ejderha Var! Kitabımızın başkahramanı Baybars. Baybars'ın diğer iki kitabını almıştım. Fantastik çocuk kitapları serisi. O kitapların arkasında ejderhalı kitabın kapağını gördü ve iki günde bir 'ejderhalı kitabı da okuyalım mı' demeye başladı. Eh ben sıkı bir fantastik edebiyat sever olduğuma göre oğlum da öyle olacak tabi. Ejderhalı kitabı da almak şart oldu dolayısıyla. Severek okuyoruz. İyi mi yapıyoruz bilmiyorum ama. Kitap 3+ yaş aslında. Fantastik kitaplar iki yaş için uygun mu bilmiyorum. Dinozorlara ve ejderhalara özel bir ilgisi olduğu için çok da sorgulamadım. Ama konunun uzmanı olmadığım için 3+ yaşlara tavsiye ediyorum.

Uyumak İsteyen Tavşan: Daha önce bir arkadaşım The Rabbit Who Wants To Fall Asleep kitabından bahsetmişti. Garantili çocuk uyutan kitap. Merak etmiştim. Türkçesini görür görmez aldım. Ama erken davranmışım. Çünkü yazı kısımları çok uzun. Bir sayfa resim, bir sayfa dolu dolu yazı. İki yaş için biraz sıkıcı. Zaten kitap da 3+ yaş. İlk okuduğumuzda ikinci sayfada uyuyakaldı. Ama mucize değildi çünkü o gün gündüz uykusunu uyumamıştı ve bu kitaptan önce üç tane kitap okumuştuk. Asıl denememizi ertesi gün yaptık. İlk sayfada kalktı gitti :) O yüzden 3 yaş üstü uyumada zorlanan çocuklara tavsiye ediyorum sadece. Kitap ilk sayfasındaki yönlendirmelerle okunursa kesin uyutuyormuş. Bazı yerleri vurgulayarak, bazı yerleri yavaşça, bazen esneyerek gibi.

1 Haziran 2016 Çarşamba

D-Man Amsterdam'da

Ve sonunda kış tatillerini yazmayı bitiriyorum. Evet, yaz geldi ama olsun. Mart'ta gitmemize rağmen kış diyorum çünkü çok soğuktu. Tamam, Mart soğuk olur ama Doruk'un kar tulumunu ve kar botlarını almadığım için çok pişman oldum, o kadar yani.

Hani şu günler önceden valiz hazırlamaya başlayanlar vardır ya işte onlara çok özenirim ama hiç yapamam. Son gün akşama bırakırım hep ya da vakit varsa o sabah hazırlarım. Genelde bir şey unutmam ama sıkışırım işte. Doruk doğduktan sonra olay biraz değişti. Hala son gün hazırlıyorum valizi ama Doruk'un ihtiyaçları için liste hazırlamaya günler önce başlıyorum. O yüzden Doruk'la ilgili bir şey unutma şansım kalmıyor. Ama son güne bıraktığım ve hazırlanacak valiz sayısı arttığı için aceleden başka şeyler unutabiliyorum. Bu tatilde fotoğraf makinesini unutmuşum mesela :) O yüzden pek fotoğrafımız yok. Telefonlarla çektiklerimiz ve birlikte gittiğimiz arkadaşımız Ersin (Eysin amca)'den aldıklarımız sadece.

Sabah uçağa yetişmek için kalktık, Doruk kalkmıyor. 'Tatile gidiyoruz' diyoruz, 'Olmaaass'. 'Arabayla uçağa gideceğiz, sonra trene bineceğiz.' dedim, bir anda ayıldı 'Tekneye de bineceğiz dimi' :)) Neyseki bineceğimiz için 'Evet' dedim de öyle kalktı.

Sadece iki ay önceki tatilde 'Asşaayaya'dan başka pek kelime kullanmayan Doruk, otele girdiğimizde 'Hangisi bisim odamız?' diye soracak kadar konuşuyordu :) Eşyalarımızı otele bıraktıktan sonra yemek yedik ve Dam meydanına geçtik. Sokaklarda dolaştık. Kanallar ve şehrin sağlam olmayan zemininden doğan farklı mimarisi içinde kaybolduk. Bisiklet altında kalmamak için biraz panik yaşamış da olabiliriz :) Bir de Doruk'u gezi rotamıza sokma çabası vardı tabi :) Özgür ruh nereye isterse oraya gider, annesi de peşinden sürüklenir. Neyseki hava buz gibiydi de ara ara arabasına oturup ısınma molası verdi, biz de biraz dinlenebildik.


Ertesi güne kanal turuyla başladık. Böylece Doruk'a söz verdiğimiz gibi tekneye de binmiş olduk. Suyun üzerine yapılan evlere bayıldık. Nasıl keyifli, nasıl huzurlu olmalı o evlerde yaşamak. Sonra meşhur I Amsterdam heykeline gittik. Bir anlamı yok, çok kalabalık. Bir iki foton çektirip doğruca Van Gogh Müzesi'ne gittik. Doruk'la Picasso Müzesi tecrübesinden sonra çok da emin olamadan girdik müzeye. Bak çiçekti, böcekti derken çok da aksiyonlu olmadan çıkabildik. Resimlere odaklanabilme yetisinin bir senede nasıl müthiş geliştiğini görmüş olduk böylece :) Müzeden sonra Vondelpark'a geçtik. Buzz gibi temiz havanın tadını yürüyerek, yok yok koşturarak çıkardık.

Amsterdam'da en çok gitmek istediğimiz yerlerden biri Anne Frank'ın Evi'ydi. Hafta sonu gittiğimizde çooook uzun bir kuyrukla karşılaştık, o soğukta Doruk'la birlikte beklemek istemedik. Pazartesi sabah erkenden gideriz dedik, hafta içi daha sakin olur. Yanılmışız. Yine de çok kalabalıktı ve bekleyemedik. Kanal turu sırasında müze olarak gezdirilen bu evin aslında Anne Frank'ın saklandığı ev olmadığını öğrenmiştik. O yüzden giremediğimiz için çok büyük bir hayal kırıklığına uğramadım. Biz de son günümüzü sokaklarda gezerek geçirdik. Hani o gezi bloglarında uzun uzun anlatılan yerler var ya, hepsi bir arada. Amsterdam küçük bir şehir ve sadece turlayarak gezilecek yerleri gezmiş oluyorsunuz zaten.

Bu tatilden sonra Eysin amca da Eysin amca diye geçen günlerimiz oldu. Bir yere giderken 'Eysin amca da gelecek mi?' Gördüğümüz bütün amcaların adı 'Eysin amca' :) Durup durup 'Eysin amca yapıyo?' Üç ay oldu hala arada sırada adını unuttuğu amcalara 'Eysin amca' diyor :)