28 Ocak 2015 Çarşamba

Sezeryan Sancısına...

Sezeryan sancılarını duymuşsunuzdur. Doğumdan sonra, normal doğum sancısından hallice. Ben epidural sezeryanla doğum yaptım. Ve hiç ama hiç sancı çekmedim.

Doğumdan önce sezeryanla doğum yapmış bir arkadaşım hastaneye kayısı kompostosu götürmemi önermişti. Götürdüm ve doğumdan sonra bol bol içtim. Sancı çekmemiş olmamda başka etkenler de vardır mutlaka ama en birincisinin kayısı kompostosu olduğunu düşünüyorum.

Sezeryanla doğum yapacaksanız eğer bir gün önceden kompostonuzu yapın, götürün hastaneye. Hiç düşünmeyin, hiç üşenmeyin. Sancı çekmemiş biri olarak kesinlikle tavsiye ediyorum. Hem süt yapımına da yardımcı oluyor. Bir de tabi tembellik yapmayın ve bol bol yürüyün doğumdan sonra.

27 Ocak 2015 Salı

Doğum Hikayem

7 Şubat yaklaştı. Bir sene nasıl geçti bilmiyorum. Ne zaman doğacak diyordum, doğdu. Nasıl büyüyecek diyordum, işte 1 yaşında oldu bile. Doruk'a sayfalar dolusu doğum hikayesi yazdım ama buraya da kısa bir özet geçmek geldi içimden.

Hamileliğim çok zor geçti. Daha keyifli olmasını dilerdim ama sonucu kucağıma aldığım anda hepsine fazlasıyla değdiğini gördüm. Nasıl zor geçtiğinden bahsetmeyeceğim. Sadece son kontrollerin süresinin katlanarak arttığını söylemem yeterli hikayeme başlamak için. Bir kontrol 1 saat sürer mi yahu dedik, sonraki 2 saat sürdü. Bu da nesi dedik, 4 saate çıktı. Heralde 8 saat kalırız diye dalga geçerken 10 günle kapattık olayı. Evet, son kontrolde kendimi hastanede yatar buluverdim. Bir sürü planımız vardı kontrolden sonra yapılacak. Valizim yanımda değildi. Hastanede yatamayacak kadar iyi hissediyordum ama çok da havalara girmemek gerekiyormuş. Kendimi çok yormuşum farkında olmasam da. Siz siz olun, ne kadar iyi hissetseniz de dikkatli olun, dinlenmeye özen gösterin. 

Paşa küveze girmesin diye hastanede kontrol altında karnımda büyümesini bekledik bir hafta. Bir hafta hastanede ne yapılır ki? Acıbadem Maslak Hastanesi'ndeydim. Tamam odalar çok güzel, otel odası gibi ama bir hafta otelde ne yapılır ki? Benim hastanede yattığım sıralarda Nejat İşler de hastanede yatıyor, bir de Demet Akalın doğum yapmış. Gelen giden ünlüler, o geldi, bu gitti, şunu gördüm, bunu gördüm gibi bir takım magazinsel muhabbetler oldu. İtiraf etmeliyim magazinle uzaktan yakından alakam olmasa da, muhabbeti bile sıkılmama sebep olsa da insanın yapacak bir şeyi olmayınca bir anda ilgilenmeye başlayabiliyormuş.

Magazin de bir yere kadar tabi. Gün çok uzun. Yatıyorsan daha da bi uzun. Doruk için bebek şekeri yaptırmak yerine Çekül Vakfı'nın 7 Ağaç Ormanları'na fidan bağışlamıştık. İşten sözde doğuma 5 hafta kala ayrıldığımdan gelenlere ikram etmek için şekerleri ben yapacaktım. Aklımda ev yapımı minik reçel kavanozları ve çubuk bebek şekerleri vardı. Ancak evdeki hesap hastaneye uymadı. Evde olduğum süre reçelleri tamamlamaya yetti sadece. 'Ev yapımı anne reçeli' olduğunu söylemeyi çok isterdim ama 'Ev yapımı annane reçeli' oldu. Annane reçelleri yaptı, anne minik kavanozlara doldurdu ve süsledi. Süslerken de Özge ablası yardım etti. Çubuk şekerlerini yapmak için daha vakit vardı nasılsa. Ama vakte anne karar veremiyor tabi, bebek ne zaman doğmak isterse o zaman doğuyor.

Bizimki doğmadan önce çok az çektirdim, şöyle bir hafta da hastanede yatırayım dedi. Sanki üç ay analı oğullu yatmamışız gibi bir hafta daha yattık. Gerçi fena olmadı çünkü sonraki bir ay hiç yatmadık denebilir. Eh yatarken de evde yapmayı planlayıp yapamadığım çubuk şekerlerimi yapayım dedim. Neyseki alışverişimi tamamlamıştım. Hastane yatağında şekerlerimi de tamamladım. Hazırlıklarım tamamdı. Erken de olsa artık doğurabilirdim :) Hastanede bir hafta yatacağımı bilmiyordum aslında. Bugün, yarın, biraz daha büyüsün derken doğumdan önce bir hafta hastanede kalmışım. Zaman nasıl geçti bana sorun ama, bir hafta değil de bir ay sürdü sanırsam. Arada hastanenin kafeteryasına kaçtım. Arada arkadaşlarım geldi çene çaldık derken, hadi biz seni yarın doğurtalım dedi doktorum. Ne? Nasıl? Biraz daha yatardım aslında? İyiydi böyle. Doğurtmak? Neyse yaa, çok sıkıldım zaten doğurayım bari de ben büyük bebeklere bile dokunamam bu minik olacak onu napıcaz? Hayırlısı.

Bütün kafa karışıklığım, korkularım, heyecanlarım, mutluluğum, bi garip halimle odayı süsledik o gün. Reçeller, şekerler, şekerlemeler, ağaç kartları şöyle mi koysam böyle mi derken son yerlerini aldılar. Balonlar şişirildi, duvarlara asıldı, pencere kenarına dizildi. Kapı süsleri çıkarıldı, ben doğuma girince kapıya asılmak üzere. Gelenlere ikram edebilmek için içecekler alındı. Fotoğrafçıya haber verildi. Ve o gece heyecandan uyunmadı.


Sabah oldu. Ben bir süre sabah olduğunu inkar etmiş olabilirim. Saatler yanlıştı muhtemelen. Sonra fotoğrafçı geldi. Tabiki erken geldi, benim yanılacak halim yoktu ya. Neyse birkaç fotoğraf çekildikten sonra hemşire odaya girdi. Artık gidebiliriz dedi. Zaman konusunda ben yanılıyormuşum, dehşetle farkettim. Doğumdan korkuyor muydum? Hayır, kendini normal doğuma şartlandırmış biri olarak sezeryandan değil epiduralden korkuyordum. Belime sırtıma iğneler batırılacak, nasıl büyüttüysem gözümde. İğneleri düşünürken ameliyathaneye indiğimizi bile farketmemişim. Hey sen, epidural doğum yapacak arkadaş! İğne falan hissetmiyorsun. Acıyacak değil mi dedim, koluna yapılan iğneden daha az acır dediler. Elime sarılmam için yastık tutuşturduklarında kesin yalan dedim. Dehşet bir acı olacak. Yalan falan değil, koldan daha az acıyor cidden. Bu muymuş yeaa, epiduralle gelin bana.

Yalnız bilmediğim bir şey varmış, kimsenin söylemediği. Meğerse epiduralde normal doğum gibi her şeyi hissediyormuşsun. Kesmeye başladıklarında acıyor, acıyor diye ortalığı inlettim. Gerçekten acıdığına inanıp biraz daha beklediler. Şu an pek emin olmasam da aslında acımamış olabilir. Hissedeceğimi bilmediğim için tuhaf gelmiş, bu nedenle de korkmuş olabilirim. Tabi bunlar ihtimal, yoksa korktuğumu hala kabul etmiyorum :) Her şeyi hissedeceğimi bilmiyordum ama öyle olduğu için çok mutluyum. Çünkü Doruk'un doğumunda uyuşuk olma fikri hiç hoşuma gitmemişti. Dışarı çıkışını, çıkarırken yaptıkları hareketleri, çıkarken yaptığı basıncı hissettim. Karnımdayken ilk hissettiğim baloncuk patlaması gibi hareketlerini, sonraları havai fişek patlamasına dönüşen hareketlerini asla unutmayacaktım ama buna bir de dışarı çıkarken yaptıkları eklenince çok çok çok mutlu oldum.


Gökhan'la biz liseden beri arkadaşız. Birbirimizin içini dışını çok iyi biliriz. Ama artık o benim içimi gerçekten biliyor :) 'Aaa ayağa bak, ayağı çıktı' dediğinde ben de kendi içimi görmek, kaldırın şu örtüleri demek istedim ama demedim. Evet, ilk önce ayağı çıktı. Ters duruyordu. Muhtemelen zamanında doğsaydı da normal doğum olmayacaktı, çünkü dönmeye hiç niyeti yoktu beyefendinin.

Dünyayı kucaklamış meğerse doğar doğmaz benimki. Ben göremedim ama, herkes 'poz veriyor, şuna bakın' diye kahkahayı bastı. Onlar örtünün arkasında poz verip fotoğraf çektiriyorlar, keyifler gıcır, ben diğer tarafta çatlıyorum tabi. Noluyor orda? Bana da anlatın. Bari sağlıklı mı onu söyleseydiniz. Karnım açık olmasa gösterirdim ben size. Sonsuza kadar burda yatmayacağım. Falan fıstık. Sonunda beni hatırladılar. Sağlıklıymış.

Doğumdan önce doktordan doğar doğmaz kucağıma vermelerini istemiştim. Yaptıkları bir uygulama değilmiş ama beni kırmadı, kabul etti. Ben de hemen verecekler sanıyorum. Hatun karnın açık, göbek bağını kesmeden nasıl versinler. Sonra diğer kontroller de yapıldı. Ben de ben ne zaman göreceğim diye bekliyorum. Baba oğlanı görmüş, beni unuttu. Boy, kilo konuşuyorlar. Beklediğimizden büyük doğdu falan diyorlar. Ben de duymaya çalışıyorum.

2750 gram doğmuş. 2300 bekliyorduk. Neredeyse yarım kilo fazla. Bu hali bile minicikti bana göre. 2300 doğsa nasıl olacaktı bilmiyorum. Uzun bir bebek dediler. 48 cm. Normalin altında olabilir ama beklediğimizden uzundu kesinlikle. Daha hamileyken beklemeye başladığım Doruk'u bekleyen ameliyatlar vardı bir de. Belki olmaz umuduyla, hani olur ya ultrason yanıltmıştır ya da ne bileyim doğana kadar düzelmiştir diye konuşulanları dinlemeye devam ettim. Düzelmemiş :( Evet, üzüldüm ama biliyordum sonuçta. Çok takılmadım. Anneliğimin keyfini gölgelemesine izin vermedim. Şimdilik boşverdim. Kucağıma vermelerini bekledim ağlamasının mırıltıya dönüşmesini dinlerken.

Sonra hemşire kucağında bir bıdıkla geldi. Önce göğsüme sonra yüzüme koydu. Sanırım ilk söylediğim şey 'Aaa bu hiç de çirkin değil' oldu :) E küçük doğacaktı, yenidoğan bebekler çirkin olur zaten. Öyle bekliyordum ben de. Ama yenidoğanlara kıyasla güzel bir bebekti ve ben aslında ne kadar çirkin olduğunu büyüdüğü zaman fotoğraflara baktıkça anladım.

Hissettiğim şeyi ise gerçekten bilmiyorum. Çok yoğun ama bir o kadar da tuhaf. Kucağıma çok güzel bir bebek verdiler ama bir şey anlamadım aslında. Başkasının bebeğini seviyormuşum gibi hissettim ilk başta. Merak vardı, teninin değdiği yerde yumuşacık bişey vardı, bu kadar küçük bir bebeğe tutabilmenin gururu da vardı tabi. Ne hissettiğimi anlamaya çalışırken, Doruk'la tanışmaya çalışırken hemşire tamam dedi, biz gidelim artık. Ameliyathane soğuktu, daha fazla yanımda kalamazdı, götürdüler kuzumu. Baba da gitti tabi :)

Yukarıya çıkana kadar yarım saat, 45 dakika falan geçmiştir heralde. Karnımı diktiler. Karnımı dikerlerken doktorların muhabbetine katıldım, muhabbet benim ruh halimle tamamen alakasız da olsa zamanın geçmesine yardımcı oldu. Bekleme odasına aldılar, masaj falan yaptılar. Bir kısmını hatırlamıyorum aslında. Tek derdim odaya çıkmak, Doruk'u daha fazla kaçırmamaktı. Kendimle başbaşa kalmak da hoşuma gitmedi aslında. Ne hissettiğimi anlamaya çalıştım çünkü. Anlayamamak da canımı sıktı. E iki dakkada ne anlayacaktım zaten. Yukarı çıksaydım da anlayamadıklarımı anlasaydım artık. Zaten uzun zamandır tek başıma kalmamıştım. Karnımdakiyle konuşuyordum bazen, karnımda olduğunu biliyordum ama karnımdan bir insan çıkınca sanki bilmiyormuşum gibi şaşırmıştım da. Meğerse aylardır sarı kafalı bi bebek yatıyormuş içimde. Neye, kime benziyordu? Yukarı çıkıp baksaydım iyi olurdu.

Daha odaya girmeden, hatta nasıl olduğumu bile sormadan 'Esin, ne oldu biliyor musun? Doruk iki defa sürünerek cam kenarlığa kafasını çarptı. Hemşireye işaret ettik yatağı kaldırdı biraz, sürünemesin diye.' anlatmaya başladılar. Kimse kameraya çekmemiş. Doğar doğmaz sürünmesini kaçırmış oldum. Sağolun ya. Marifetmiş gibi anlatıyorsunuz bi de. Gökhan'ın kopyasıymış da ayrıca. Tamam yaa, dağılın artık.

Odaya geldikten ne kadar sonra yanıma getirdiler bilmiyorum. Çünkü kaçırdıklarıma takılmışım. Yanıma gelince unuttum tabi her şeyi. Uzun bir süre emzirmeye çalıştım. Bu çalışma tam bir ay devam etti sonrasında. O arada ameliyathanede hissettiğim duygular değişmeye başladı. Sorumluluk diğer duyguların üstüne geldi oturdu. Anne sütü alması her şeyden önemliydi. Küçük olduğu için kan şekeri düşüyordu. Mecburen mama verdiler. Sarılık olma riski vardı. İki gün boyunca sürekli kan aldılar. Topukları delik deşikti bebeğimin. Arada boş kalınca bakıp bakıp, bu şimdi bizim bebeğimiz mi demeye de fırsatımız olmadı değil.

6 saat sonra ayağa kalktım, sonra düzenli yürüdüm ve hastaneden çıkarken yani 2 gün sonra her şey normale dönmüştü. Görenler normal doğum yaptığımı sandılar, hiç yatmadım çünkü. Bunda bünye etkilidir muhtemelen ama doktorumun da büyük bir payı olduğuna eminim. Bir de tabi annelerin atom karınca olma zorunluluğu düşüncesi vardı. Annem gibi olamamaktan korktum hep. Kendimi onun gibi olmaya şartlandırmışım demekki. Doruk'un her şeyiyle ben ilgilendim. Bunun doğru olduğunu iddia etmiyorum ama bu düşünce de çabuk iyileşmeme etki etmiştir.
Göz kapakları kıpkırmızıydı. Çocuk doktoru geldi, sağlığıyla ilgili bilgi verdikten sonra yüzündeki kırmızı lekelerin bir yaşına kadar geçeceğini söyledi. Gerçekten de geçti. 
Babamız hastaydı. Bu yüzden hastanede Doruk'la çekildikleri bütün fotoğraflarda yüzünde maske var :) Yine de bu fotoğrafı çok seviyorum. Bir de merak ediyorum, acaba şimdi de Doruk'u böyle tutabilir mi? İki avucuyla. Nasıl bilmiyorum ama zaman geçti işte ve Doruk'un bu fotoğraftaki minik bebekle hiç alakası kalmadı. Tulumların içinde kayboluyordu o zaman. Şimdi bunun kaç katı koca bir bebek oldu. Bebek demek bile tuhaf gelmeye başladı.
Ya ben? Babadan farksız mıyım acaba? Benim de saçım çok kötüydü. Doğum yapmak için gitmemiştim hastaneye ve ne zaman olacağını da bilmiyordum. Bir anda olunca fön bile çektiremedim. Fotoğrafçımız da sağolsun ikinci gün gelmedi hastane uzak diye. Bütün fotoğraflarda uyuşuğum yani yatıyorum ve saçım da berbat. İkinci gün fön çektirdim ama Doruk'un kucağımdaki fotoğraflarında bile beni çekmemişler :) Herkes Doruk'a odaklanmış. Annenin farkında olan yok. Bunun için başta babaya, sonra anneanne, babaanne, teyzeler, amcalar kısacası herkese teşekkürlerimi iletiyorum buradan. Anneliğin o ne olduğu belirsiz ilk duygularına kapılarak, beni de çekin oğlumla demeyi akıl edemeyen kendime de teşekkür etmeyi unutmuyorum tabi.
Hani derler ya içgüdüsel olarak bir anda anne oluveriyorsun diye. Bu tamamen doğru. Ben bebek tutamayan Esin, hiç yadırgamadan tuttum. 40 yıllık anneler gibi alt değiştirdim. Minicik bir bebeği hiç zorlanmadan yıkadım. Emzirdim, gazını çıkardım. Uyuttum, oynadım. Her şeyden öte sevdim. Daha kucağıma almadan önce sevdim hem de. Plansız gelen bebek, bütün planlarımda başrolünü kaptı. Biz anne oğul güzel bir ikili olduk. O da beni sevdi.
Bu da güzel çıktığım tek fotoğraf. Saçım güzel en azından. Doruk Paşa'ya kadeh kaldırmışız. Benim kadehim boş tabi :) Ne zaman dolacak bilmiyorum ama dolduğunda ilk kadehimi paşama içeceğim.


Eve ne zaman gidiyoruz kadın? Tamam hemşire ablalar güzel ama başka kızlarla da tanışma vakti geldi. Hayat kısa. Hadi götürün beni, hayata katın!

19 Ocak 2015 Pazartesi

First 100 Words

First 100 Words bizim ilk kitabımız. Minik parmaklarımız ilk kez bu kitaba değdi, gözümüzün gördüğü ilk kitap buydu. O nedenle bütün kitaplarımızın içinde en bi özel olanıdır kendileri.

Doruk bu kitapla tanıştığında 4 aylık değildi henüz. Başta araları iyiydi ama kısa bir süre sonra resimlerdeki objeleri almak için çıldırmaya başladı. Alamadığı için deliriyor, kitapla savaşmaya başlıyordu. Biz de kitabı bir süreliğine rafa kaldırdık. Geçenlerde aklıma geldi ve tekrar çıkardım. Kitabın içinde yüzden fazla kelime var. Renkler, eşyalar, hayvanlar... Bir sürü şey. Bebekler için çok iyi bir kitap kısacası.

Biz hikaye kitaplarını dinlemeyi daha çok seviyoruz. O nedenle bu tarz kitaplara çok uzun süre ilgimizi veremiyoruz. Ama her kitaptan bir iki kelime öğrensek kardır ki bu kitaptan daha fazlasını öğreneceğimiz kesin.

Kitabı nereden aldığımıza gelince babamız Amerika'dan almıştı. Ama kitabın Türkçe benzerlerini kitabevlerinde bulabilirsiniz.

14 Ocak 2015 Çarşamba

Aç Tırtıl

Aç Tırtıl bizim en sevdiğimiz kitaplardan biri. Yumurtasından çıkan minik bir tırtılın kelebek olma hikayesini anlatıyor. Dünyada en çok satan çocuk kitaplarından biri ve hatta anne babaların en beğendiklerinden. Aslında 2 yaş kitabı. Ama bence böyle olmasının tek sebebi kolay yırtılabilir sayfaları. Çünkü kitapta yer alan cümleler az ve öz, resimler de büyük ve keyifli. Kitabımız biraz hasar almış olsa da elimden geldiğince korumaya çalışarak okumaya devam ediyorum. 10 aylıkken okumaya başladık ve Doruk'un dikkatle dinlemesinden onun da sevdiği sonucuna varıyorum. Sayfalardaki delikleri parmaklamayı daha çok seviyor ama, kesin bilgi ☺️

Biz şu anda kitaplarla tanışıyoruz, kelimeleri, sesleri duyuyoruz. Bazı şekilleri öğreniyoruz. Ama kitap 2 yaş sonrası çocuklara günleri, 5'e kadar saymayı, meyveleri, abur cubur yemenin sonucunun kötü olacağını, güneşi ve ayı da öğretiyor.

11 Ocak 2015 Pazar

Kuru Meyveli Bişeyler

Doruk yemesi sorunlu bir bebek olduğu için her türlü yemekle ilgili bir hikayemiz var bizim. Kuru meyve ek gıdaya başlar başlamaz hayatımıza girdi. Yeni yemek yemeye başlayan bir bebeğin kabızlık problemi yaşamaması için böyle olması gerekiyordu. 

İlk önce tarifini daha önceden yazdığım bebek marmelatıyla başladık. Bunu muhallebilerine katıyordum. Sonraları meyve yemediği için muhallebilerine meyve katmaya başladım. Kuru meyve marmelatını da tek başına vermeye çalışıyordum. Sevmese de ne olduğunu seçemediği için arada bir şaşırıp ağzını açıyordu. Evet çok hainim, ama hemen her şeyi dalgın bir anını yakalayıp yedirmek zorundayım zaten. Ama bir süredir kaşığın içinde ne olduğunu seçmeye başladığı için kuru meyve hikayemize kısa bir ara vermek zorunda kaldık. 

Her ne kadar sebze ağırlıklı beslense de demir alıyor ve su içmeyi sevmiyordu. Ciddi bir kabızlık problemi yaşamasak da çok rahat da değildik. Sonra bir gün babam geldi, gelirken de mevlevi tatlısı getirdi. Daha önce hiç duymamıştım. Unsuz, yağsız, şekersiz tatlı yazıyordu üzerinde. Hemen içeriğine baktım. Kuru meyveler ve kuru yemişlerden yapılmıştı. Hiçbir katkı malzemesi de yoktu. Doruk'a yedirmeyi denedim, sevdi. Bitince biraz aradım, bulamadım. Kuru meyve ve kuru yemiş değil mi? Yapmayı deneyebilirdim. Denedim ve hemen hemen aynı tadı yakaladım. Kuru meyve yediremediğiniz bıdıklarınız için deneyebilirsiniz. Hatta sağlıklı bir tatlı seçeneği olarak da sunabilirsiniz.

 Malzemeler:
Bir bardak kuru meyve (Kayısı, incir, hurma kullandım, evde onlar olduğu için.)
Yarım bardak kuru yemiş tozu (Ceviz, fındık ve badem kullandım.)
Bir kaşık buğday kepeği
Bir kaşık buğday ruşeymi (Bunları sağlıklı diye almıştım ama nasıl yedireceğimi bilemediğimden öyle bir kenarda duruyordu. İşe yarasın dedim.)
Biraz zeytinyağı
Yapılışı:
Zeytinyağı hariç bütün malzemeleri rondodan geçirdim. İyice ezilince yumuşatmak için biraz zeytinyağı ekleyip yoğurdum. Şekil verdim ve işte bu kadar.



Kuru meyve hikayemiz burda bitmedi aslında. Doruk 11 aylık ve 4 dişi var. Yemese de bu yiyemediği anlamına gelmiyor. Hemen hemen her şeyi yiyebiliyor. Kuru meyve yiyebileceğini ağzına atmasına engel olamadığım minik bir kuru üzüm sayesinde öğrendim. Kaşığa ağzını açmayan çocuk kuru üzümü havada kapınca, diğer kuru meyveleri de miniltip vermeye başladım. 4 dişiniz varsa siz de minik bir parça verip yiyip yiyemediğine bakın derim.

10 Ocak 2015 Cumartesi

D-Man Trabzon'da

Duydum ki Trabzon maceramızı yazacakmışsın kadın. Bu fotoğrafla başlamanı istiyorum. Yazının başında patron kim anlasınlar. Evet, buralarda patron benim. Buraların ağası gibiyim. Şu gördüğünüz göbeği de burda büyüttüm. Havaalanından bizi aldılar, daha gelirken yolda 'bu ne biçim çocuk, bu kadar hareket olur mu' demeye başladılar. Eve geldik beni bu iskemleye hapsettiler. Daha doğrusu öyle sandılar. Koskoca 8 aylık hayatımda böyle saçma bir şey görmedim. Beni buraya hapsedebileceğini mi düşündün sen heheeyy! Ayağa da kalkarım, dışarı da zıplarım, şurdan bi kemençe havası açın horon bile yaparım. E burası yeni bir ev, ben de bebek olduğuma göre keşfetmem lazım. Ama kalkıp köşede bucakta ne varmış araştırmaya başlamadan önce şöyle bi fotoğrafımı çek bakim. Koğuş ağası gibi çek kadın. Tesbih yok muydu yeaa. Bişey yapıyosak racona uygun olsun bari. Tesbih getir dedim kadın.


Ben burayı çok sevdim kadın. Bu çekmeceler ne kada da rahat açılıyor. Bizim evdekiler ne öyle ya, değiştirin onları. Bunlar güzel bunlar. Bunlardan yaptırın. Şuna bak kaymak gibi kayıyor. Ananeeee. Ben bu çekmeceleri yeniden düzenliycem. Beğenmedim bu halini. Şunları bi dışarı alalım. Şunları da. Hofffff. Hepsini dışarı almak lazım şimdi. Çok işim var benim kadın. Sen git içeri. Başımda beklemene gerek yok. Ben hallederim buraları. Sonra gelicem yanına. Bak valla gelicem. Yok mu? Bi tane poşet veriyim sana.




Ananemin zulası burdaymış. Hah, tamam ya ben de tam bunu arıyordum. Bi tane içsem şundan romatizmalarıma iyi gelir mi acaba? Su getir kadın. Bakma öyle.






Bütün çekmeceleri düzenlemek çok yordu beni. Kadın bana bi kahve yap, yorgunluğumu alır dedim. Yapamazmış. Neymiş efendim ben kahve içemezmişim. Senin saçını başını yolar, içebiliyor muymuşum gösterirdim ben sana ama dua et ki çok yorgunum. Seninle sonra ilgileneceğim. Madem kahve içemiyorum, dedem kavun almıştı bana ondan yiyeyim bari. Kadın sen de boş boş oturma. Fotoğraf çek de kavun nasıl yenirmiş öğrensin millet.





Hava çok güzel kadın. Sahile gidelim biraz. Çay içeriz. Çay da mı yok. Şu elimdekini görüyor musun? İşte onu sana atasım var çok fena. Ama henüz hedefi tutturma konusunda tam başarı sağlayamadım. Atarım, alakasız bir yere gider. Karizmayı çizdirmeyelim boşuna. Nasılsa sen beni bi ara kucağına alacakın. İşte o zaman çeneni ısırmazsam bana da Doruk demesinler. Hatta bir iki gün daha sabredebilirsem dişim de çıkacak. O zaman ısırırım, daha çok acır. Evet ya, bunu iyi düşündüm bak.

Neyse hadi çıkalım artık.





Şöyle bi selfie çekeyim kendime. Bu arada bu araba da gözümden kaçmadı değil. Tangır tungur yoldaki her çakıl taşını hissettim. Ne tembelmişsin sen kadın. Benim arabamı alsaydın ya, ben taşırdım. Bunu burda bırakalım. Gerek yok dönerken taşıma bence boşuna.



Bak senle bi anlaşma yapalım. Bana balkafa demene izin veriyorum ama sadece başbaşayken. Öyle milletin içinde söyleyince karizmamı dağıtıyorsun. Olmuyor. Boşuna büyütmedik bu göbeği. Şöyle yapalım. Başkalarının yanında bana patron, ağam, paşam falan de. Sonra eve gidince şaparız onu tamam?



Bak bu güzel işte. Gerçi güneşten yine sarı kafam parlamış ama elimde tesbih var gibi de çıkmış. Sen bunu koy bloga. Yanına da şey yaz, Doruk Ağa koğuştan haraç toplarken. Offf ya kızlar hasta olacak bana. Değil mi kadın? Sırıtma da bişey söyle.



 
Dedem nerde? Gitti mi? Kaçırdım mı? Kadın sana beni erken kaldır demedim mi? Dedemle yaylaya gidecektim. Değirmende mısır unu öğütmeyi deneyecektik. Kıskanıyorsun sen beni. Maceracı ruhumu çekemiyorsun. Beni engellemeye kısıtlamaya çalışıyorsun sürekli. Ne? Memiş Ağa Konağı'na mı gideceğiz. Haa, tamam o zaman yeaa. O da uyar bana. Foursquareden puanına bakmıştım, baya yüksekti.





Şu ananem alem kadın. Ağzımı açayım diye yapmadığı şey kalmadı. Ama helal olsun, ondan başkası ağzımı açtıramıyor. Hayatımda yemediğim kadar yemek yedim burda. O ilk fotoğrafta gördüğünüz göbek var ya, işte o göbek burda oldu. Her seferinde yeni bi teknik geliştiriyorum ağzımı açmamak için, ama o da boş durmuyor sürekli geliştiriyor kendini. Baksana şu halime. Fotoğrafta ağzım kapalı çıksın diye o kadar dikkat ettim halbuki.






Noluyo burda? Madem kahvaltı yapacaktık beni niye evde yedirdiniz? Ne cimrisin kadın. Bi kahvaltıyı mı esirgiyorsun benden. Görürsün sen. Neyseki çok yememiştim. Şurdan bi kaşık muhlama ver bakim.




Bu patikler benim kendim için seçtiğim ilk eşyam. Annem denemek için ayağıma giydirdi, aslında başka bi tane almak istemişti ama ben bunları çıkarttırmadım ayağımdan. Kıyametleri koparttığım da doğrudur. Parasını öderken bile çıkarmadım. Yok yeaa. Çıkarsaydım da başka alsaydı. Bunlar iyi, hem sıcak tutuyor.





Oldu o zaman ben kaçar. Babaneme gidiyorum. Üzülmeyin yine gelicem. Daha fırsat bulup düzenleyemediğim çekmeceler var. 

Bi de bugün dişim çıktı benim. D-Man tek diş oldum bi süreliğine.









Trabzon'a geldik bana bi Trabzon simiti almadın. Şu abla da olmasa tadına bakmadan gidecektim. Sen niye böylesin kadın? Eve gidince bu konuyu konuşalım. Sana biraz çekidüzen vermemiz lazım.








O zaman 'baba ben geliyorum, bekle beni' selfiesi çekeyim. Baya oldu adam nerdeyse 1 ay, özledim seni. Sana bi de sürprizim var.








Doruk beni unutmamış dedi adam yeaa. Beni ne sandıysa artık. Şşşş sen benim gözüme baksana bi. Bende kolay unutacak göz var mı? Gel bi sarılalım gel. Dur çekil. Şurda güzel bi kız var. Çekilsene be adam önümden.





O kadar Trabzon'a gitmişim babama hediye almadan dönmek olmaz dedim. Demez olaymışım. Ben sürpriz yapacağımı sanırken asıl sürprizi o bana yaptı. Meğer biz Trabzon'dayken o Antalya'ya ordan da Madrid'e gitmiş. İş için diyor ama bende bunu yiyecek göz var mı? Beni sepetleyip gezmeye gitmiş işte. Bal gibi ortada. Hadi Antalya neyse de Madrid'e gitmeyecekti. Bunu bana yapmayacaktı. İntikamım çok acı olacak. Bunu çok iyi düşünüp planlamam lazım. İz bırakacak bir şey olmalı. Mesela Las Vegas'a gidip bütün paraları pokerde harcayabilirim ama yaşımın tutması için çok beklemem gerekir. Başka bişey, başka bişey bulmalıyım. Ama ne?



9 Ocak 2015 Cuma

On the Go

1 yaş ve altı için İngilizce kitap arayanlara tavsiye edebileceğim bir kitap bu. Bebeğinizin öğrenmesi için birkaç hayvan ve birkaç hareket anlatılıyor. Her sayfada bir kanat var ve kanadı kaldırdığınızda karşınıza bir bebek çıkıyor. Böylelikle bebeğiniz hayvanları ve hareketlerini kendisiyle ilişkilendirebiliyor (just like me!).

Kitabı sadece okumak yerine her sayfada anlatılan hareketi yapmak hem daha öğretici hem de daha keyifli olabilir. Biz 'jumping! jumping!' diye bağırarak zıplamayı çok seviyoruz mesela.

Kitabın sayfaları sert kartondan. Yırtılma tehlikesini düşünmeden rahatlıkla ortalıkta bırakabiliyorum. Ve bu serinin başka kitapları da var.

Kitabı nereden aldığımıza gelince.. Ağaç evine bayıldığımız, kitap okuma etkinliklerine katılabilmek için birazcık daha büyümeyi dört gözle beklediğimiz Kids Nook'tan aldık.

İyi Kalpli Küçük Tavşan

1 yaş ve öncesi için uygun kitap bulmak çok zor gerçekten. Hikaye kitapları genelde 2 yaş ve sonrası için yazılmış. 1 yaş ve öncesi için bir şeyler tanıtan, öğreten kitaplar var daha çok. E çok mantıklı tabi, her şeyi yeni öğrenen bıdıklara öğretici kitaplar yapmışlar. Bu kitapları da seviyoruz ama Doruk dinlemeyi seven bir bebek. İçinde hikaye olmayan kitaplara bakarken hikaye uydurmak da bir yere kadar oluyor. İşte o bir yerden sonra bize uygun hikaye kitapları aramaya başladım.

İyi kalpli küçük tavşan da aslında 2 yaş üzeri için yazılmış çok güzel bir kitap. Fakat fazla cümlesi olmadığı için daha küçük bebekler de dikkati dağılmadan dinleyebilir. Ben Doruk 9 aylıkken aldım bu kitabı. Şu sıralar en sevdiği kitap bu. İşaret parmağıyla gösterip gu diyerek o da bana okuyor bazen. Kitabın konusunu anlamasa da dinlemesinin ona çok şey kazandırdığını düşünüyorum. Tavşanı, kurdu, kuşları, havucu, ağacı da resimlerden öğreniyoruz, daha ne olsun. Kitapla ilgili tek sorunumuz sayfalarının kalın karton değil de kağıt olması. Arada bir yırtılma tehlikesi atlatıyor haliyle.

Bu kitabı Doruk konusunu anlamaya başladığı zaman da okumaya devam edeceğiz. Çünkü konusu da çok güzel. İyi kalpli küçük tavşanın kötü kalpli büyük kurda karşı kazandığı zaferi anlatıyor. Küçük olmasının zalim kurttan kurtulmak hatta arkadaşlarını da kurtarmak için plan yapması ve bu planı korkusuzca uygulamasına engel olmaması kitabın ana konusu. Küçük bebeğimi aklını kullanarak kendinden çok daha büyük problemlerle savaşmaya cesaretlendirecek bu kitabı çok sevdim ben. Bebeklerimiz hiçbir zaman problemle karşılaşmasın ama önlemini almakta, güçlü çocuklar yetiştirmekte fayda var.

Bir de diğer tavşanların korkuyor olması, ona yardım etmeyi kabul etmemesi konusu var ki en sevdiğim kısım burası aslında. Doruk'un herkese ve her şeye rağmen (sürüye rağmen) haksızlığı kabullenmeyip, gerekirse tek başına hareket edecek yüreğe sahip olması; her koşulda özgürlüğü seçmesi en büyük arzum. Bunun için onu yetiştirmeye, onu iyi kalpli küçük tavşan olmaya heveslendirerek başlayabilirim sanırım.

4 Ocak 2015 Pazar

Probiyotik Yoğurt

Probiyotikler sindirim sistemimizin düzgün çalışması için ihtiyacımız olan yararlı bakterileri içeren gıdalardır. Bu gıdalar bağışıklık sistemimizin iyi çalışmasını destekler, bağırsak hastalıklarının iyileştirilmesine yardımcı olur, yiyeceklerin vücuttaki emilimini kolaylaştırır. Daha birçok faydası vardır.

Yoğurt, kefir, ayran, süzme peynir ve pastörize edilmemiş turşular doğal probiyotiklerdir. Bebeğinizin beslenme planından probiyotikleri eksik etmemeniz gerekir.

Antibiyotik kullanımı sonrası bağırsaklardaki yararlı bakteri sayısı azaldığı için probiyotik takviyesi tavsiye edilir. Aklınızda olsun.

Ben evde mayaladığım yoğurda doktorumuzun tavsiyesiyle eczanelerde bulunan probiyotik takviye tozlarından ekledim. Sadece bir kere mayalarken eklemeniz yeterli. Aynı yoğurdu maya olarak kullanmaya devam ettiğiniz sürece probiyotikler mayaladığınız diğer yoğurtlara geçecektir. Yoğurt zaten doğal probiyotik bir gıda. Bu tozu ekleyerek probiyotik içeriğini zenginleştirmiş oluyoruz. Bebeğinizin yaşayabileceği kabızlık ve ishal gibi bağırsak problemlerini minimuma indirmek için bu yöntemi denemenizi tavsiye ederim.

2015 Doruk Yılı


Milat benim için 7 Şubat 2014. 2014 ilk Doruk yılıydı. Öncesi çok ama çok uzakta kaldı. Hayat Doruk'la yeniden başladı. Neden bilmiyorum her zaman 2015'in benim yılım olacağını söylerdim. Bir yıl şaşmışım meğerse. 2014 benim yılım oldu. Hayatımın en özel ilklerini bu yılda yaşadım. İlk Doruk yılımız çok zorlu ama bir o kadar da güzeldi.

Eh takvim bir sene şaşınca dileğim üzerinde biraz oynayıp 2015'i Doruk yılı ilan ettim. Madem benim yılım olmayacak, yabancıya gitmesin. Hayatı yeni keşfeden bir bebeğin en özel zamanlarının 1. yaşından sonra başladığını düşünüyorum. Her şeyi daha çok anlayarak yaşıyorlar. Oyunlardan daha bir keyif alıyorlar. İnsanlarla ilişkileri gelişiyor. Tepkileri artıyor. Birey olarak ben varım demeye başlıyorlar. Ben nasıl ki en özellerimi 2014'te yaşadım, o da 2015'te yaşayacak. Bu nedenle hatırlamayacak olsa da bu yıl onun yılı olsun. Ben onun için her ayrıntıyı keydederim.




2015 sağlığına kavuştuğu, bol oyunlu, bol kahkahalı, güzel şeyler keşfettiği, annesinin kaydetmesi için muhteşem anlar biriktirdiği, hep güldüğü ve güldürdüğü, şanslı, mutlu, umutlu bir yıl olsun.





 2015'in Doruk yılı olabilmesi için anne ve babası için de bir şeyler dilemekten kendimi alamıyorum. Her anımız mutlu olmuyor çünkü. Hayat bu. Sabırlar zorlanıyor bazen. Sabrımızın hiç tükenmediği, Doruk'un uykuya dalma ve yemeğini bitirme süresinin kısaldığı, kendimize ayırdığımız vaktin arttığı, sorunları daha az, keyifli anları daha çok olan bir yıl olsun.



Tabi geleceği de unutmamak lazım. Ülkenin yaşanılası kalabilmesi için yanlış adımların atılmadığı, milletin istismar edilmediği, insanların bol okuduğu, cehaletin dibe vurduğu bir yıl olsun.