30 Ağustos 2018 Perşembe

An

Yeşil ışığın yanmasıyla taksinin korna çalması arasında geçen süreye ve hunharca, hiç acımadan en çok harcadığımız şeye ‘an’ denir.

Doruk, biz yarınla ilgili plan yapmaya çalışırken genelde ‘neyse, yarın bakarız ona’ diye tepki veriyor. Çocukken anı yaşamak en büyük görevimizken, anda kalmak bu kadar doğalken ne ara geçmişi dert etmekten, geleceği planlamaktan başka bir şey yapamaz hale geliyoruz. O ‘an’ nedir çok merak ediyorum.

Büyümek böyle bir şey midir? Değildir bence. Büyümek ölene dek devam etmesi gereken bir şeydir. Geçmişe takılıp kaldığımız ‘an’da, geleceği düşünmeye başladığımız ‘an’da büyümemiz durur. O ‘an’da kalırız. Ama şu anı kaçırırız artık. Yaşayamadığımız o kadar zaman varken nasıl büyümüş olabiliriz ki.
O yüzden herkesin çakılı kaldığı bir yaş olduğuna inanırım, sonrasını gerçekten yaşayamadığımız.

Bazı şeyler sadece zamanla ya da tecrübeyle açıklığa kavuşuyor. Hayat andan ibaret, hep bildiğim ama hiç anlamadığım bir şeymiş meğer. Çünkü büyümeyi ve yaşamayı bıraktığımız o an var ya, işte o an çok sinsi. Asla bilemiyorsun, göremiyorsun.

Yıllar yıllar sonra yeniden büyümeye başlamak (o ‘an’ı çok net hatırlıyorum ‘Aaa ayağa bak’ diye başladı, arkadaş dünyaya uçan tekmeyle çıktığından) nasıl bir şey biliyor musunuz?

Sabahın erken saatlerinde bahçede öten kuşlar olduğunu farkettim (komşularıma not: erken saatte kalkıp dinlemelisiniz). Her gün erken kalktığım halde, o anda olmadığım için yıllarca duymadığım kuşlar.

Denizin içinde olmanın, o uçsuz bucaklılığına bakarken dalgaları dinlemenin ruhumu nasıl iyileştirdiğini farkettim, denize ilk defa gidiyormuşum gibi.

Yolum hiç değişmediği halde yolumun üstündeki ağaçları daha önce hiç görmediğimi, duvar yazılarını hiç okumadığımı farkettim. Kerem Gizem’i seviyormuş mesela, bilmiyordum :)

Daha neler neler... 

İşte Doruk’la öğrendiğim, Doruk’tan öğrendiğim en önemli iki şey: Geçmişe takıldığımı farkettiğimde ‘Geçti, geçti. Yok bir şey.’, geleceğe açıldığımı farkettiğimde ‘Neyse, sonra bakarız ona.’ demek. Yapması çok da zor değil aslında, biraz pratik yapmak işe yarıyor. Mesela meditasyon gibi. Mesela çocuklarla oyun oynamak gibi (oyun oynarken başka bir zamana kayamıyorsunuz, kayarsanız da hemen geri getiriyor çocuklar). Sadece hatırlatıcı kurup belli aralıklarla bir iki dakikayı gerçekten farkında olarak yaşamayı denemek bile yeterli olabilir. Denemeye değmez mi, belki Gizem de Kerem’i seviyordur. Merak etmiyor musunuz?




8 Ağustos 2018 Çarşamba

Öfkemi Nasıl Yendim?





Hep öfkeli bir insan oldum. Dışardan bakınca sessiz, sakin görünürüm. Çünkü az konuşurum, sessiz konuşurum. Ama içi seni, dışı beni derler ya. Bana yakın insanlara sormanız lazım tersimin nasıl ters olduğunu. Karakter dediler, Karadeniz kızı dediler, babasının kızı dediler. Dediler de dediler. Hepimize yapıştırılmış etiketler yok mu? Ama bir yere kadar. Ben etiketlerimden kurtulmaya başladım. Ve öfkeden de kurtulmam gerekiyordu. Hep kurtulmaya çalışmıştım zaten ama kurtulmaya çalıştıkça yapışmıştı. Şimdi düşününce çok da zor değilmiş öfkeyi yenmek.

Peki nasıl yendim? Onu yenmeye çalışmayı bir kenara bırakarak. Bastırmaya çalıştığımız duygular eninde sonunda daha çok patlamıyor mu? Bastırmaktan vazgeçtim. Öfkemin farkına vardım. Nelere ve ne zaman daha çok öfkeleniyorumun hesabını tuttum. Bununla ilgili bilinç kazanınca öfkelenmeden önce hissetmeye başladım. Şimdi öfkeleneceğim, şu nedenle öfkelendim, öfkelendiğim için böyle hissettim cümlelerini kurmaya başladı iç sesim. Bir süre sonra öfkem azaldı. Sadece öfke farkındalığı ile öfkemi hiç ama hiç azımsanmayacak oranda azalttım.

Bu bilinci kazanırken hangi durumlarda öfkelendiğimin farkına vardım. Böylece o durumlardan mümkün olduğunca kaçınmaya başladım. Acele ettiğim zaman çok telaşlı ve aşırı gergin olduğumu gördüm mesela. Bazen gecikmeyi hedef aldım, bazen de daha erken başladım. Başka bir örnek, istediğim şey hemen olmadığında çocuk gibi -çocukluğumdaki gibi- öfkelendiğimi farkettim. Sadece farkına varmak bile bu durumdan beni epeyce kurtardı ama tamamen kurtulmak için çok istediğim şeyleri yapmayı özellikle kendim ertelemeye başladım. Sonra, dağınıklığın beni aşırı gerdiğini gördüm. En büyük dağınıklıktan yarım saatte kurtulabildiğimi gördüm ve feda edeceğim maksimum yarım saatle huzuru takas edebileceğime karar verdim. Böyle bir çok durum var farkettiğim ve kurtulduğum. Tamamen kurtulduğumu iddia edemem tabi ki ama eskiye kıyasla ciddi oranda azalttığımı söyleyebilirim.

Ben düzen oturtamadım bir türlü ama günde sadece 10 dakika meditasyon yapmak bu konuda gerçekten çok yardımcı oluyor. İç sesi hiç susmayan bir insan olarak söylüyorum, biraz sessizlik çok şeyi farketmeye yardımcı oluyor. Öfke farkındalığı da buna dahil.

Sonra bir günlük tuttum. En öfkeli olduğum zamanı öğrendim. Her ay bir hafta pms! Ve ben bir haftada yaşadığım beş öfke patlamasını sadece bir ayda bire indirdim. Omega 3, B12 ve D vitaminlerini kullanarak hem de. Bu kadar basit olabilir mi diye düşünmedim değil başlarda ama tuttuğum günlük ortada, hissettiklerim bende. Gerçekten bu kadar basitmiş.

Diyalog

— Doğduğunda doğal ve gerçektin. Her insan öyle olur. Sonra aile, toplum girer hayatına ve seni değiştirirler. Öyle olmak zorundadır. Kurallar vardır, kültür vardır. İnsan olarak hepimizin sosyalleşme ihtiyacı vardır ve sırf bu nedenle kuralları öğrenmek zorunda kalırız. Bu arada ne olur? Doğallığı unuturuz. Doğamızı unuturuz. Önce ailenin, sonra toplumun bir parçası haline geliriz. Bundan sonra asla kendimiz olamayız. Kendimizi bilemeyiz bile.

Bunu asla aklından çıkarmamanı istiyorum. Kurallara uymak zorundasın, kültürü tanımak zorundasın. Çünkü diğer insanlara ihtiyacın var. Bazen olmadığını düşüneceksin ama var. Yalnız çok ama çok dikkatli olman gerekiyor. Topluma uyarken toplumun bir parçası haline gelmek zorunda değilsin. Hatta gelmemelisin. Eğer geldiysen kendini unutmuş, doğallığını kaybetmişsindir. Hayatta en zor şeyse kendini yeniden bulmaktır. Doğal olmaktır. Şimdi, dört yaşındasın. Doğalsın. Gerçeksin. Bunu asla unutma. Kendine sıkı sıkı tutun. İnsanlarla yaşamayı öğren ama kendini de asla bırakma.

Bunlar nerden mi çıktı? Çok güzel gülüyorsun be çocuk. Çok güzel. Ve büyük bir adam olduğunda da böyle gülmeni istiyorum. Böyle gülmeyi unutma istiyorum. Gözlerin kaybolsun ama o kalan minicik açıklıktan nasıl parladıklarını görsün karşındaki. O da gülsün istemsiz. Büyümeye başladıkça hani gülümse dediklerinde, içinden gelmiyorsa yalancıktan gülümsüyorsun ya büyüyünce insanlar hep öyle gülüyor işte. Öyle gülüyoruz işte. Gülmeyi unuttuk ya da unutturulduk. Doğal halimiz nasıldı hatırlamıyoruz. Sen unutma.

— Tamam. Şimdi poli oynayabilir miyiz? 🙈