7 Şubat 2017 Salı

Üç

Nerden başlasam, nasıl anlatsam bilemiyorum. Daha dündü, basketbol topu yutmuş gibiydim. Karnımdaydın. Doğdun, basketbol topundan bile küçüktün. Şimdi... Üç oldun.

En sevdiğim kelimeydi 'yol'. Şimdi 'oğlum'dan sonra ikinci sırada. Sen benim en yeşil, en çiçekli yolum oldun. Yolun hep açık ve uzun olsun 'oğlum'. Baktığın yerde çiçekleri gör, çiçek yoksa çiçek ol. Arada bir dur, nefes al derin. Manzaranın tadına var. Manzara yoksa gözünü kapat, hayal et.

Bilen bilir fotoğraf çekmeyi çok severim. Peşini bırakmadığım tek hobidir fotoğrafçılık. Ama sen, en güzel manzaram olduğun halde fotoğrafını çekmeyi sevmiyorum pek. Kameranın ardından bakmak kendime haksızlıkmış gibi geliyor. Sana da. Çıplak gözle, bir karede değil de tüm görüş alanımda görmeliyim seni. Kameranın arkasında değil de önünde, oyunun içinde, senin yanında olmalıyım. Tıpkı dünyanın en güzel manzarasının hakettiği gibi. Fotoğraf çekmeye kapılıp karenin dışında olanları kaçırmaktan korkuyorum.


Canım oğlum.. Çok karışık bir dünyada, karmakarışık bir ülkede başladın hayata. Seçemediklerini düşünme ama, insan kendi şansıdır unutma. Ben en yakının olarak içindeki ışığı çok net görüyorum. Işığını bol tutmak için elimden geleni yapıyorum ama aslında her şey senin elinde. 'Sen' olduğun için, olduğun gibi doğduğun için şanslısın. En büyük şansını, kendini farket. Ve bunu kullan. İstediğin her şeyi yapabilirsin, istediğin her şey olabilirsin ve istediğin her yerde durabilirsin. Kendine güven. Ve..

Hayal et oğlum, hayallerinden vazgeçme.. İste, hep bir şeyler iste ama sakın bekleme. İstediğini almak için çalış, risk al. Risk almaktan korkma. 'Sen' her şeye yetersin. En büyük şansın hep içinde, hep seninle. Ben, seni hep en çok sevecek olan da her zaman arkandayım, istediğin an yanındayım. Nefes aldığım sürece, her nefesimde.

Doğum günün kutlu olsun oğlum. Doğum günün kutlu, mutlu olsun koca yürekli küçük adamım.

                                                                                                      ..Annen..

Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 
                                                                                   
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, 
yani, beyaz masadan, 
              bir daha kalkmamak ihtimali de var. 
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini 
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, 
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, 
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz 
                                en son ajans haberlerini. 
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, 
                               diyelim ki, cephedeyiz. 
Daha orda ilk hücumda, daha o gün 
                           yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. 
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, 
                        fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz 
                        belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. 
Diyelim ki hapisteyiz, 
yaşımız da elliye yakın, 
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. 
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, 
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla 
                                    yani, duvarın ardındaki dışarıyla. 
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım 
          hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 
                                                                      
Bu dünya soğuyacak, 
yıldızların arasında bir yıldız, 
                       hem de en ufacıklarından, 
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, 
                       yani bu koskocaman dünyamız. 
Bu dünya soğuyacak günün birinde, 
hatta bir buz yığını 
yahut ölü bir bulut gibi de değil, 
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak 
                       zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. 
Şimdiden çekilecek acısı bunun, 
duyulacak mahzunluğu şimdiden. 
Böylesine sevilecek bu dünya 
"Yaşadım" diyebilmen için... 
 
                                                            Nazım Hikmet