26 Mart 2018 Pazartesi

Zeki Müren De Bizi Görüyor Mu?

Oğlum benim yaptığım hataları yapmasın. Ve benim tecrübelerime saygı duysun.

Yani.. 

Hata yapmaktan korkmasın, ben korktum çünkü. Bazen düşünmeden, bodoslama olayın içine dalsın. Sonuç pişmanlık olsa da. Pişmanlık güzel şeydir çünkü. Hissetmektir. Aynı hatayı bilmem kaçıncı kez yapıp da pişman oluyorsa değil tabi de, pişman olacağını bile bile hata yapmayı göze alıyorsa yapsın anasını satayım. Dünyaya bir daha geleceğimize ya da dünyadan sonra da devam edeceğimize inananlara soruyorum: Emin misin?

Benim tecrübelerime saygı duymalı ama. O ayrı. Herkes herkesin tecrübelerine, yaşanmışlıklarına, yaşanmamışlıklarına saygı duymalı ki zaten. Bu benim tecrübelerimi dikkate alması gerektiği anlamına gelmez. Benim hatam onun doğrusu olabilir. Benim doğrum onun hatası olabilir. Sen benim tecrübelerime saygı duyacaksın biliyorum, çünkü ben de senin tercihlerine saygı duyacağım.

Bu her istediğini yapabilirsin demek değil tabiki. Yetişkin bir adam olana kadar bazı şeylere karışacağım, inan bana sınırlarıma ve sınırlarına dikkat ederek.

Bilmeni istediğim bir şey var sadece: Zeki Müren bizi görmüyor. Kimse hatalarının hesabını tutmuyor.


23 Mart 2018 Cuma

Büyüt Beni Oğlum..

Annelik müthiş bir kişisel gelişim aracı. Tabi eğer farkındaysan. Bir çocuk büyüyor gözünün önünde, görüyorsun, duyuyorsun. Becerebiliyorsan tabi. Büyütürken bütün hayatına etki edecek çatlakları düşünmek zorundasın. Buna kafa yormak kendi çatlaklarını gösteriyor insana. Onda çatlak açılmasın diye didinirken kendi çatlaklarını sıvamayı da öğreniyorsun. Çok kolay olmuyor ama önce fark etmek, sonra evladın için didiniyormuşçasına kendin için de emek vermek gerekiyor.

En büyük çatlaklar çocukken oluşuyor hepimiz biliyoruz. Bazılarıyla yüzleşmesi kolay değil. Yüzleştikçe çatlayabiliyorsun, çatladıkça içine dolan su seni dibe çekiyor, batırıyor. Ama sonra.. Daha kötüsü olmaz deyip daha daha kötüsünü gördüğün, dibe vurduğun gibi, artık iflah olmam dediğin anda su yüzüne çıkıyorsun. Nasıl olduysa oldu, çatlak matlak yok. Güneşin tadını çıkarıyorsun.

Etrafınıza bir bakın, gerçekten mutlu olan kaç kişi var? Hepimiz çatlak patlak yusyuvarlak olmuşuz büyürken. Ben bakıyorum da etrafımda hiç kimse mutlu değil. Doruk’tan başka, çocuklardan başka. Bütün kitaplar boktan hayatları anlatıyor, karamsar. En komedisinde bile mutlaka bir dram var filmlerin. Çocuk kitapları dışında, çocuk filmleri hariç. Bundan çıkarmamız gereken bir ders yok mu sizce de? Çocuklardan, belki kendi çocukluğumuzdan öğrenmemiz gereken bir şey.

Bir noktada mutsuz olmayı öğreniyoruz, bir yerde dışlanıyoruz, bir zamanda sıkışıp kalıyoruz. Bir şey ya da şeyler dokunuyor hayatımıza ve yapışıp kalıyor bazen. Atamıyoruz üstümüzden, ittikçe sıkıyor, silkindikçe daha çok yer kaplıyor. Hatırlamıyoruz belki, unutuyoruz ama tüm hayat kalitemizi dibe çekiyor bütün bunlar. Çatlaklarla yaşayıp ölüyoruz çoğu zaman. Ama işte anne olunca, oğlum da benim gibi çatlamasın, kırılmasın diye uğraşınca daha net görüyorsun. Nerde sıkışıp kalmışım, beni böylesi etkileyen şey ne ya da kim? Müthiş bir şey bu. Gecikmiş bir aydınlanma. Anlama. Kabul etmesi zor oluyor bazen. Bazen inanması bile çok zor. Zaten kolay olan ne var? Ama sorunun kaynağını bulunca çözmesi daha kolay oluyor. Kolay değil, sadece daha kolay.

Ben çatlaklarımla yaşayıp ölmek istemiyorum. O yüzden bu süreci fazlasıyla içselleştirdim. Neresindeyim bilmiyorum. Çünkü sürekli yeni bir çatlak keşfediyorum. Doruk’a baktıkça, onu düşündükçe kendimi iyileştirmem gerektiğini görüyorum. Ne kadar uğraşsam da çatlaklarımın ona dokunacağını biliyorum çünkü. Onun için belki, söylemesi çok zor -kendini düşünmeye alışık olmayan insanlarız ya- kendim için belki de kremalı börek sütlü çörek bir hayat istiyorum artık, çatlaksız patlaksız. Bu yüzden işte anneliğimi kullanıyorum. Kişisel gelişim için, kişisel iyileşme için, ne derseniz deyin annelik mucizevi bir araç.

22 Mart 2018 Perşembe

Her Şey Geçer Ki..

Doruk dördüncü ameliyatını oldu. Doktor iki üç ay sonra kontrole gelin dedi. Söyleyeceklerinden daha doğrusu söyleyebileceklerinden öyle korkuyormuşum ki randevuyu bir türlü alamadım. Geciktirdikçe geciktirdim. Sonunda dün -tam altı ay sonra- ancak gidebildik. Hadi bi cesaret diye zorlamayla o da. Neyse bu konuya geleceğim.

Ameliyattan iki hafta sonra pedagogla görüştük. Doruk'la oyun terapisi yaptılar. Konunun üstüne öylesine set çekmişim ki onları yazmaya bile varmadı elim. Şimdi başlamışken ordan başlamak istiyorum. Çünkü bizim yaşadıklarımızı yaşayan çok insan var, bana mesajla ulaşan. Ameliyat öncesi ve sonrasını nasıl atlattığımızı yazmıştım, bence işe yaradığını söylemiştim. Pedagogun da benimle aynı fikirde olduğunu söylemek isterim. Tavsiyelerimin hala arkasındayım yani.

Ameliyattan sonraki birkaç hafta Doruk'un biraz hırçınlaştığını yazmıştım. Bu çok normalmiş. Bilinçaltına kötü kodlama göndereceği anlamına gelmezmiş. Neden başkası değil de ben diye sorgulayabilirmiş içinde. Nasıl dile dökeceğini bilemediğinden öfke, şiddet olarak yansıtabilirmiş. Biz de biraz şiddete maruz kaldık :) Doruk vurduğunda oyuna dönüştürdüğümü, yastık adam olduğumu, vurması için cesaretlendirdiğimi söyledim pedagoga. Yastık adam fikrini beğendi ama yastık adam olmadan vurduğunda bundan rahatsız olduğumu belirtmemi istedi. Yastığı almadan vurmaya başlamamasını ısrarla söylemem gerekiyormuş. Eğer vurursa vurduğu yere aşırı şefkat göstermemi, onun canı acıdığında nasıl öpüp okşuyorsam öyle davranmam gerektiğini söyledi. "Ah canım kolum, çok acıdı dimi, öpeyim de geçsin." Gerçekten acıdığını anlaması için gerekirse krem sürün dedi. Sonrasında özür dilemezse teşvik etmek için "Sen de öpsene çok acıdı." diyebilirmişim. Öperse bunu özür olarak kabul edip yastığı almamı, hala vurmak istiyorsa vurmasını söyledi. 

Bunun dışında her şey normal gözüküyormuş. Etkilenmiş gibi gözükmüyor, öfkesi de yakında geçecektir dedi. İkinci bir görüşmeye çağırmaya gerek duymadı. Süreci takip edip gerek duyarsam getirmemi söyledi.

Kontrol zamanı geldiğinde de ilk önce oyunla kediciğini -daha önce oyuncak kedisini evde ameliyat ettiğimizi yazmıştım- kontrol etme zamanının geldiğini anlatmamı tavsiye etti. Çocuklar büyüdükçe doktora gitme konusundaki fikirleri değişebilirmiş. Önce kedicik giderse o da rahat bir şekilde ikna olurmuş.

Pedagogun tavsiyesini uyguladım. Ah canım kolum çok acıdı dedim, okşadım, krem sürdüm. İşe yaradı. Kısa süre sonra vurmaktan vazgeçti. Öfkesi geçti. Normale döndü. Hala bazen acır mı diye korkuyor ama ben yirmi yıl önce ameliyat oldum aynı şeyi hissediyorum. Bu kadar kısa sürede tamamen unutmasını bekleyemem zaten.

Kontrole giderken kediciğinden bahsetmedim. Doktor amcaya gideceğimizi, iyileşip iyileşmediğini kontrol etmesi gerektiğini söyledim. "İyileştim zaten." dedi, çok netti. Evet biliyorum ama doktor amca da aynı şeyi söylesin içimiz rahat etsin dedim. İkna oldu hemen.

Ve dün sonunda doktora gidebildik. Bahçelievler Memorial Hastanesi'ne gittik ilk defa. Hastaneyi çok sevdim. Hatta bayıldım. Ama hayır, girişte karşılayıp bölüme kadar eşlik ettikleri için değil. Kelebekli ekranın önünden geçerken kelebekler arkamızdan uçtuğundan da değil. Ekstra bir durum olmazsa üç sene sonra gelin kontrole cümlesini duyduğumdan. O kelebekler içimde uçuştu. Çıktıktan sonra istersen pasta alalım istersen çikolata dedim Doruk'a. Bugün ne istersen yiyebiliriz dedim. "Yaşşaaasın. Yayamaslık yapıcaaaz." diye bağırdıktan sonra çikolatayı seçti. Yayamaslık yaptık ama sanırım bunu haketmiştik.


19 Mart 2018 Pazartesi

Ben Bu Dünyaya Ait Değilim

Ait hissettiniz mi hiç? Ben hissetmedim. Çok yoğun bir şekilde hissettiğim ise eksikliği oldu hep. Kendi evinde bile misafir hissetmek, kıymetli eşyalarını bir sırt çantasını geçmeyecek şekilde ayarlamak.. Aidiyet eksikliği!

Coşkulu bir şekilde heyecanlanmanın ne demek olduğunu biliyor musunuz peki? Ben karnım burnuma gelene kadar bilmiyordum. Heyecan ya da coşku doruğum yüksek olduğundan, tatminsizlikten değil ama. Beklentisizlik, boşluk.. Tam olarak nasıl adlandırabileceğimi bilmiyorum. Doruk doğdu, bir şeyleri doldurdu. İçime dokundu. 

Şimdi, oğlumun doğumundan beri ilk, hayatım boyunca ikinci defa bir şey için heyecan duyuyorum. Gerçek heyecan. Ayaklarım toprağa değiyor ve ben merakla içimdeki boşluk dolacak mı, buraya ait olacak mıyım diye bekliyorum.




15 Mart 2018 Perşembe

İçimizdeki Çöplük

Kendi isteği dışında dünyaya bir insan getiriyorsunuz. Sizin seçtiğiniz hayatı yaşasın istiyorsunuz. Çoğu zaman da sonuçtan tatmin olmuyorsunuz. Beklentileriniz hep büyük. Kimin doğasını kabul edebildiniz ki şimdiye kadar onunkini edesiniz. Ne istiyorsanız o olmalı ama olmuyor, hep hayal kırıklığı hep hayal kırıklığı.

Olmayacak, olmaz. Dünyanın mutsuz bir kopyanıza daha ihtiyacı yok. Bırakın artık, rahat bırakın. Yaşasın. Olmasın ama yaşasın.

Oğlum, bal oğlum. Dehşetle izlediğim bir hayat var karşımda. O insanlardan biri olmak istemiyorum. Bilinçaltımda ne var bilmiyorum ama büyük bir kısmının çöpe atılası olduğuna eminim. Herkes gibi. İçimiz çöple doldurulmuş, öyle salınmışız dünyaya. Çöplerimi sana da bulaştırmak istemiyorum.

Suyumla hayat verdim sana. Can suyumla. Evet. Ama bu beni senin için değil seni benim için özel yapar. Benim senin için özel olabilmem için bir gün durduğun yerde, o yerden memnun olduğunu düşünmen gerek. Doğanla, kendi doğanda yaşaman gerek. Annenin çöplüğünden uzak, babanın çöplüğünden uzak, içinde onların yükü olmadan.

..Annen..