19 Kasım 2015 Perşembe

D-Man Kuzey Ege Turu'nda

Şeker Bayramı'ndan bir hafta önce Kıbrıs'ta olduğumuzdan bayram tatili için bir plan yapmamıştık. Ama tatil kapımıza gelince pişman olduk. Çılgın bir günümüze denk gelmişse demek öğlende turu satın alıp akşam yola çıktık. Böylece dört gün tatil boşa gitmemiş olacaktı. Çılgınlık bunun neresinde diye düşünebilirsiniz. Ben size söyleyeyim. Otobüslü bir tura bir buçuk yaşında bir bebekle katıldık, hem de hazırlık yapmaya hiç vaktimiz olmadan!!!

Nasıl cesaret ettik bilmiyorum. Yapabilir miyiz, olur mu acaba diye düşünürken kendimizi otobüste buluverdik. Bebekle gezeceğim diye eziyet çekmeyi göze alanlardan değilim aslında. İnsanlar bebekten rahatsız olur mu diye düşündüm. Daha önce katıldığım turlarda bebekli olmadıkları halde diğer insanları bekletenleri aklıma getirip bu düşünceyi sildim hemen. Bebeklerin de gezmeye hakkı varsa olur da ağlarsa diğer insanlar kulaklarına pamuk tıkasın dedim kendime. Neyseki öyle bir şey olmadı. Bir şekilde oyalandı. Ve bebekle olduğumuz halde kimseyi bekletmedik. Doruk rahatsız olur mu acaba diye düşündüm. Oyalamayı başarırız bir şekilde dedim ve başardık. Biz rahatsız olur muyuz acaba diye düşündüm. İki kişiyiz hallederiz dedim. Ama bir noktayı atlamışım. Doruk sadece benim kucağımda uyudu. Babasına gitmedi. Gitmedi. Ne kadar yorulduğumu anlatmama gerek yoktur heralde.

İlk gün Assos'a gittik. Daha önce gittiğimiz bir yer olduğu için turla gelenler Assos'u gezerken biz bir yerde oturup kahve içtik. Oturduğumuz yerin kümesi vardı. Doruk'la birlikte tavuklara mısır verdik. Keyfimiz yerine geldi. Ama keyfimiz denize gidene kadar sürdü.
Assos'ta denizin soğuk olduğunu biliyorduk ama üstüne bir de çılgın bir rüzgar olunca ve de sahilde taştan çok sigara izmariti ve pet şişe kapağı bulunca yanlış mı yaptık sinyalleri çalmaya başladı beynimizde. Rüzgar yüzünden denize giremedik, taşların temizlediğim minik bir bölümünde oynayabilen Doruk da eğlenmedi pek. Denize girmeyeceksek niye geldik, zaten kum da yok bakışı atıp durdu kendince. Ama turdan bir ablayla tanıştı orda, onla oynadı. Ablanın güzel olduğunu söylememe gerek yoktur heralde :)

Otelimiz termal oteldi. Akşam termal havuza girerim diye avutmuştum kendimi ama akşam otelde kalamadık. Gökhan'ın teyzesinin çok yakında evi vardı. Onlar gelip aldılar bizi. Onlarla görüşmüş olduk, Doruk için güzel bir değişiklik oldu.

Bu arada yandaki fotoğrafa bakınca babasının kucağında uyuduğunu göreceksiniz. Sadece gündüz uykuları babanın kucağında olabildi. Gidiş ve dönüş yollarında beni bırakmadı kesinlikle. Yanlış anlaşılmasın :)


Ertesi gün Sarımsaklı plajına gittik. Tekne turu vardı ama rüzgar nedeniyle katılmadık. Zaten sahilde de oturabilmek için rüzgar kesici inşa etmek zorunda kaldık. Neyseki bebek olduğundan plajla ilgilenen kişi yardımcı oldu bize bu konuda.

Ayvalık'a yıllar yıllar önce gelmiştim. O zamandan aklımda kalan Sarımsaklı plajı güzeldi, bakımlıydı. Şimdi yanlış mı hatırlıyorum acaba diyorum çünkü çok bakımsızdı. Yiyecek, içecek bir şeyler bulmak için bile sıkıntı çektik. Bu kadar tercih edilen bir yerde hamburger ve patates kızartması dışında bir şey bulamamak tuhaf geldi bana. Zar zor bulduğumuz Ayvalık tostunu da hiç beğenmedik.
Neyseki Doruk için yanımda bir şeyler her zaman bulundururum. Bir anda karar verip gelmiş olduğumuz için tam tedarikli değildim ama aç da kalmadı.

Rüzgarın durmayacağını anlayınca kalkıp bir yere oturalım dedik. Menüden bakıp istediğimiz şeylerin hemen hepsine yok dediler. Dışarıdan bakınca aslında çok güzel bir mekana oturmuştuk. Yanlış bir sezonda gitmiş olabilir miyiz diyeceğim ama Temmuz da sezon değilse ne zaman olacak bilmiyorum. Öyle huysuz bir tatilci de değilimdir aslında. Tatilin en vasatından bile keyif alırım ama bu vasatın da altına doğru gidiyordu.

Ayvalık deyince "Papalina yemeden gelme" derler ya. Bir yer bulduk yiyelim bari dedik. Hem Doruk da balık yemiş olur, ne güzel. Öyle abarttıkları gibi bir şey değil ama karnımız doydu ya sonunda mutlu bile oldum. Kılçıkları çok minik olduğundan ayıklanması zor, çerez gibi yemek lazım. Öyle olunca Doruk yiyemedi. Yemek de istemedi zaten. Balıkçıdaki canlı balıklar daha çok ilgisini çekti.

Akşam üzeri Cunda'ya geçtik. Topu topu bir saat kalmışızdır. Çünkü programa göre otele dönmemiz gerekiyordu. Otel uzak olduğu için kalamadık. Ama biraz daha kalmayı çok isterdim. Çünkü iki günün hayal kırıklığını burada attık üzerimizden.
Sahilde dondurma yedik. Biraz sokaklarda dolaştık. Parka gittik. Doruk parkta kendini buldu yeniden. Cunda'nın o meşhur taş sokaklarını sindire sindire dolaşmak, Taş Kahve'de kahve içmek, akşam da Rum müziği eşliğinde Ege'nin güzel mezelerini yiyebileceğimiz bir balıkçıda oturmak daha iyi olabilirdi tabi ama bu kadarı bile günümüzü kurtarmaya yetti.

Ertesi gün Bozcaada günüydü. Günün güzel geçeceği baştan belliydi. İki günlük kötü deniz tecrübemizden sonra denize gitmemeye karar vermiştik zaten. Giderken önce bir zeytinyağı fabrikasına uğradık. Fabrikayı gezdik, bilgi aldık. Gezdiğimiz fabrika Özgün'dü. Gökhan'ın teyzesinden Özgün'ün iyi olduğunu öğrendiğimiz için alışverişimizi de oradan yaptık. Sonra Bozcaada'ya gittik. Bu geziye gezi arkadaşımız Nehir'le çıkmamış olsak da orda birbirimizi bulduk. Onlardan ayrıldıktan sonra ilk iş Çiçek pastanesine gidip badem lokumu ve damak çatlatan aldık. Pastane çalışanları ne kadar satmaktan bıkmış bir hal içinde olsalar da umursamayıp alıyoruz kurabiyelerimizi, çünkü çok güzeller :) Sonra sokaklarda koşturduk biraz. Doruk uyuyunca da meydanda oturup kahvemizi içtik. Sigaraya bakmayın likörlü kahve isteyince sigara da getiriyorlar. Likörden de emzirdiğim için sadece bir yudum tadımlık aldım. Ama güzeldi. Tavsiye ederim.

Sonra dönüş yolu, kucak, sırt ağrısı ama bebek teni ve bebek kokusu eşliğinde..


"Getir kız kulaanı, bişey söylicekmiştimse sana.. Mirazcık daa kalsaymıştık ya murda, arkadaşlarım varmıştı benim parkta. Kediymişti biri."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder