16 Ocak 2019 Çarşamba

Dinozor Ağzı Gibi, Yapış Yapış

Hafta sonu bir seminere katılmıştım. Ve seminerde dehşetle fark ettim ki insanlar gerçek travmalarının kaynağının farkında değil. Suçlu olmadığı halde suçluluk duyuyor herkes. Çoğu zaman ben de öyle hissettim. Asıl sebeplere inmek, gerçek suçluyu teşhis etmek... Neden bu kadar zor?

Dile döktüğünden değil, içinde, kalbinde, ruhunda hissettiğin gerçekten bahsediyorum.

Cesaret edip bulabilir misin?

Kalbinde hissettiğinin dile döktüğü olduğunu düşünenler! Emin misiniz? Korkmadan kalbinize bakabilir misiniz? Kendi kalbinize dokunabilir misiniz? Size en imkansız gelen ihtimalleri de düşünebilir misiniz?

Size asla zarar vermeyeceğini düşündüğünüz insanlar var ya... Siz fark etmeden en büyük zararı vermiş olabilirler mi?

Doruk'un kitaplarından birinde dinozorların ağızlarının yapış yapış olduğu yazıyordu. Okurken kendimi hayatım boyunca hep öyle hissettiğimi düşündüm. Yapış yapış, acı bir yapışkanlık. Dinozor ağzı gibi.

Ben hiç dokunmatik bir insan olmadım. Biri elini omzuma atsa nefes alamam, uyumak için yaslansa kasılıp kalırım. Konuşurken dizime, omzuma falan dokunan insanlardan hiç hazzetmem. Hele ben hiç dokunamam. O dokunma nasıl eğreti kalır elimde. Bu, benim en belirgin özelliklerimden biri sanırdım. Benimsediğim, kabul ettiğim, ben de böyleyim dediğim. Öyle değilmiş ama.

Bu bir suçmuş hatta. Birinin suçuymuş. O kişi hiç farkında değilmiş ve hiç de olmayacakmış ama suçmuş yine de.

İnsan çocuğuna nasıl sarılmaz merak ediyorum. En büyük ihtiyacının bu olduğunu nasıl anlamaz? Annem de benim gibiydi. Hiç dokunmatik değildi. Yapış yapış, acı bir yapışkanlık. Annemin bana sarıldığını, gerçekten sarıldığını hiç hatırlamıyorum. Fiziksel ihtiyaçlarımı karşılamak için zorunlu, işmiş gibi yapılan mecburi temaslar dışında hiçbir temasımız olduğunu sanmıyorum. Hissetmedim çünkü o hissi. Bilinçaltımda bir yerlerde durmuyor. Hissetmiyorum. Hala aynıyız. Karşılaştığımızda yalandan öpüşüyoruz işte, hissiz, duygusuz. Ama ben çocukluğumu onun torunlarıyla ilişkilerinde görüyorum. Nasıl sarılamadığını, öpüp koklayamadığını, dokunmaya çalışmasının nasıl boş bir gösteriş olduğunu ruhumda duyuyorum.

Doruk doğduğunda, onu kucağıma aldığımda kollarımla ona sarılamadığımı hissettim. Onu itmek yerine kollarımı koparttım attım. Kalbimle sarıldım, ruhumla sarıldım. Tüm yapış yapışlığımla sarıldım. Hiç acıtmadım. Şimdi koridorda karşılaşsak bana sarılmadan geçip gitmesine izin vermiyorum. Bir damacana ağırlığını çoktan geçtiği halde, belimin sırtımın dehşet verici ağrılarına rağmen istediği zaman üstüme tırmanmasına, istediği kadar kalmasına izin veriyorum. Hatta biraz daha kal diyorum her defasında. Donuk bedenimi eritmeye başladığı için şükrederek. Bedeni hiç donmasın diye kalbimin sıcaklığını göndererek.

Annemin suçlu olmadığını bildiğim halde suçluyorum onu. Ona sarılmadıkları için sarılmayı hiç öğrenemediğini  biliyorum. Yapış yapış doğduğunu, öyle büyüdüğünü biliyorum. Ama kendi yaşadıklarını bana yaşatmasına anlam veremiyorum. Ben fark edip zinciri kırabildiysem o da yapabilirdi diyorum. Kimseye sarılmadığını bana sarılabilirdi. Bunu yapmadığı için suçluyorum onu.

Ve oğlum. Şükrediyorum. Bana doğduğu için. İçimden sevgi dolu bir ruh doğurduğu için. Bu lanet döngüyü kırma cesaretim olduğu için. En kırılgan yanım olup en güçlü yanımı uyandırdığı için. Bana kendi kendime sarılmayı öğreten kapıları açtığı için.

Şükrediyorum.


..Esin..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder